Mahfi Eğilmez, yeni blog yazısında beklenti tuzağı kavramından bahsetmiş. İsterseniz önce Eğilmez’in yazısını okuyun.
Eğilmez, beklenti tuzağını şu şekilde tanımlıyor:
"Beklenti tuzağı, gerçekçi olmayan beklentiler yaratarak kendisini ya da başkalarını etkileme durumunu ifade eden bir kavramdır."
"Türkiye, tarihinin en ağır ekonomik tablosuyla karşı karşıya ve işin en acıklı yanı iktidar bu durumu gizlemeye çalışırken muhalefet de farkında değilmiş gibi görünüyor. İktidar da muhalefet de tutulamayacak sözler vererek abartılı beklentiler yaratmaktan kaçınmalı."
Ben yazıdaki "beklenti tuzağı" tanımına takıldım. Eğilmez, Lawrence J. Christiano and Christopher Gust'un konu hakkındaki 2000 tarihli çalışmasına atıf yaparak şöyle demiş:
"Psikolojide geliştirilen beklenti tuzağı Arthur Burns tarafından ekonomiye uyarlanmıştır. Burns’e göre bireylerin ve şirketlerin enflasyon beklentilerinde artış olması hali merkez bankasının da enflasyon tahminini artırmaya ve ona göre davranmaya zorlar"
İşin psikoloji kısmını bilmiyorum ama benim bildiğim kadarıyla, Arthur Burns, "beklenti tuzağı" terimini kullanan veya ekonomiye uyarlayan kişi değil. Burns, 1970-1978 yılları arasında Federal Rezerv’in başkanı olarak görev yapmış Amerikalı bir iktisatçı ve diplomat. Yukarıda bahsi geçen iki iktisatçı, Christiano ve Gust, makalelerinde Arthur Burns dönemini örnek göstererek, "beklenti tuzağı" modelinin bu dönemi açıkladığını iddia ediyorlar. Bunu yaparken de Burns'ün açıklamalarından alıntılar yapıyorlar. Thomas Sargent'in de söylediği gibi, bu çalışma Arthur Burns'un kendini "beklenti tuzağına" düşmüş hissettiğini gösteren alıntılarla dolu ama Burns "beklenti tuzağı" kavramını kullanmıyor. İktisatta beklenti tuzağı, kapsamlı bir biçimde ilk defa Chari, Lawrance ve Eichenbaum'un 1996 tarihli çalışmasında ele alınıyor.
Christiano ve Gust'un çalışmasına biraz daha yakından bakalım. Beklenti tuzağını şöyle tanımlamışlar (kabaca çeviriyorum).
Beklenti tuzağı, bireylerin ve özel sektörün enflasyon beklentilerindeki artışın merkez bankasını gerçek enflasyonu artırmaya zorladığı bir durumdur. Bu farklı mekanizmalar yoluyla gerçekleşebilir. Ancak temel fikir her zaman aynıdır. Senaryo, enflasyon beklentilerindeki bir artışla başlar. ... Enflasyon beklentilerdeki artış nedeniyle, bireyler ve özel sektörün eylemleri merkez bankasını şu iki politika arasında ikilemde bırakabilir: gerçek enflasyonda bir artışa neden olacak (beklentilerle) uyumlu bir para politikası ile yanıt vermek ya da bir durgunluk riski almak. Ekonominin sağlığına ilişkin endişelere duyarlı bir merkez bankası pekala uyum yolunu seçebilir, yani beklenti tuzağına düşebilir.
Bu makalede anlatılan beklenti tuzağı, sosyal bilimlerdeki kendi kendini doğurulayan beklentiler ile ilişkili ama biraz da farklı. Kendi kendini doğrulayan beklentilerde genelde vurgulanan şey yanlış bir beklentinin kendini doğrulayacak sonuçlar doğurmasıdır. Misal, "bankalar batacak" beklentisi, bu beklenti o anda gerçeği yansıtmasa da bankaların batmasına neden olabilir. Bunun enflasyon beklentisiyle ilgili versiyonu şu olabilir: vatandaşlar, politikacıların beceriksiz olduğunu düşündükleri için enflasyon sorununun çözülmeyeceğini düşünüyor olabilir. Bu beklenti, gerçeği yansıtmıyor olsa da (yani politikacılar aslında enflasyon sorunu çözebilecek yetkinlikte olsa da) politikacıların sorunu çözememesine neden olabilir. Yani, politikacıların beceriksizliği ile ilgili gerçeği yansıtmayan beklentiler, politikacıların işi becerememesine neden olabilir. Chari, Lawrance ve Eichenbaum, 1996 tarihli çalışmalarında William Fellner'in Towards a Reconstruction of Macroeconomics (1976) başlıklı kitabında bu tür kendi kendini doğrulayan beklentileri ele aldığını belirtiyor. Ben baktım, Fellner gerçekten de sayfa 116'da "Halkın Politika Yapıcılara Yönelik Kendini Haklı Çıkaran Şüpheciliği"nden bahsediyor.
Christiano ve Gust'un makalesindeki tanımda ise gerçekçi olmayan beklentilerin varlığı gerekli bir koşul değil. Beklentilerin nedeni, kaynağı, gerçekçi olması veya olmaması önemli değil. Vatandaş, mevcut enflasyona ve mevcut politikalar bakıp gayet gerçekçi bir biçimde enflasyon bekleyebilir. Makalede önemli olan (gerçekçi olsun ya da olmasın) bu beklentiler veriyken politika yapıcıların ne yapacağı.
Bunu daha iyi görmek için neden "tuzak" deniyor, ona bakmakta fayda olabilir. Burada tuzağı, bir kapan gibi düşünün. Bir kere içine düşünce, içinden çıkamıyorsunuz ya da çok zor çıkıyorsunuz. Çalışma, belirli bir para politikası çerçevesine bağlı kalmayıp duruma göre karar alan bir merkez bankasının, enflasyon beklentilerinin yüksek olduğu bir ortamda siyasi baskıyla hiç istemese de bu beklentileri doğrulayacak kararlar almak zorunda kalabileceği ve sonuç olarak yüksek enflasyon - yüksek beklenti döngüsünden (tuzağından) çıkmanın çok zor olabileceğini söylüyor. Çözüm ne? Bunu engellemek için hükümetin ve merkez bankasının taa en başta yüksek enflasyon beklentisi yaratmayacak politikalara bağlılıklarını göstermeleri gerekiyor. Bunun başarılı olabilmesi için tabii ki hükümetin ve merkez bankasının kredibilitesinin yüksek olması gerekiyor. İnandırıcı ve tutarlı politikalar uygulamak bir başlangıç. Para politikasıyla ilgili kurumsal yapıyı buna uygun bir şekilde tasarlamak da önemli.
Son olarak, enflasyonla ilgili beklenti tuzağında, tuzağa düşenin yüksek enflasyon beklentisi olan bireyler ve firmalar olmadığına dikkat edin. Evet onlar zarar görüyor ama tuzağa düşen onlar değil, politika yapıcılar. Eğilmez'in beklenti tuzağında ise tuzağa düşen siyasetçiler. Benim aklıma şöyle bir mekanizma geliyor: Siyasetçiler sözler veriyor, bu sözler beklentiler yaratıyor, bu beklentiler nedeniyle iktidara gelen siyasetçiler popüler politikalar izlemek zorunda kalıyor, ekonomi kötüye gidiyor, siyasetçiler arasında yeni bir popülizm yarışı başlıyor, döngü böyle devam ediyor. Eğer Eğilmez bunu kastediyorsa, belki de beklenti tuzağından daha kapsayıcı bir kavram kullanmak daha fayda olabilir. Misal, popülizm. Ya da, makroiktisadi popülizm. Dornbusch ve Edwards'ın makroiktisadi popülizmin aşamalarını anlatan güzel bir makalesi var. Meraklısına.