Herkese merhaba,
İktisat Nedir? | Bülten'in yeni bir sayısıyla karşınızdayım. Dikkat ettiyseniz henüz bülteni ne gün göndereceğime karar verebilmiş değilim. Geçen hafta Cuma günü göndereyim dedim, hemen ardından bu bülteni gölgede bırakan bir Resmi Gazete sayısı yayınlandı, Merkez Bankası başkanı görevden alındı, İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçildi vesaire vesaire. Resmi Gazete'den bir gol daha yememek için bu haftaki bülteni Pazar günü hazırladım.
Bu hafta gündem yine çok yoğundu ya da yatay çekim nedeniyle bana çok kalabalık görünüyor, bilemiyorum. Her neyse! Gündemle ilgili pek çok şeyi iliklerinize kadar tartıştığınıza göre ve pudra şekeri ile ilgili her türlü espri de yapıldığına göre, İktisat Nedir? | Bülten'de neler var, gelin bakalım.
Toplam okuma süresi: 8-11 dakika arası
Hayatın İçindeki İktisat
Öngörülebilirlik Önemlidir!
Geçen haftaki İktisat Nedir? | Bülten'in başarısını baltalayan olayla başlayalım. MB başkanı bir gece ansızın görevden alındı. Pek çoğumuz bu olayı, görevden alınan Merkez Bankası başkanının, sabaha karşı--muhtemelen pijamalarıyla--yazdığı Twitten öğrendik. Artık Resmi Gazete'de ne yazıyor idiyse (ben okumadım) Naci Bey, görevden alınması nedeniyle şükranlarını sunuyordu.
Naci Ağbal tam da kararlı ve öngörülebilir bir para politikasının önemini anlatırken öngörülmesi mümkün olmayan şekilde görevden alındı. Hatırlayalım, Ağbal, Merkezin Güncesi için yazdığı yazıda şöyle diyordu:
"Toplumu bir arada tutan yegâne unsur olan güven; güçlü bir ekonominin de temelini oluşturur. Güven duyulan bir ekonomide beklentiler iyileşir, yatırım ve istihdam artar, toplum refaha kavuşur. Güven, ekonomi yönetiminin temel kurumlarından biri olan merkez bankaları için de büyük önem taşır. Para politikasına güven duyulduğunda daha etkin olur, beklentileri iyileştirme gücü artar. Bu çerçevede, bir merkez bankasının amacına ulaşmak için atması gereken ilk adım ekonomik aktörlerin para politikasına güvenmesini sağlamaktır."
Ağbal'ın "şeffaflık, hesap verebilirlik ve öngörülebilirlik ilkeleri çerçevesinde adımlar attık" dediği bu yazıyı yazmasından 15 gün sonra öngörülmesi mümkün olmayan bir şekilde görevden alınması doğal olarak insanı hayretlere gark ediyor. Tabii, isterseniz olaya olumlu tarafından da bakabiliriz. Resmi Gazete aracılığı ile piyasalara atılan bu şaşırtmacalı gol, güvenin ve öngörülebilirliğin önemini bizlere bir kez daha gösterdi. Bu güzel bir ders. Gerçi biz buna benzer dersleri daha önce de almıştık ama neyse!
Geçen haftaki bültende yazmıştım, sadece para politikasına odaklanarak ve Merkez Bankası başkanlarını değiştirerek Türkiye ekonomisini kurtarmak pek mümkün görünmüyor. Bloomberg HT'nin Twitter hesabından paylaştığı grafik, sorunlarımızın kaynağının başka yerde olabileceğini gösteriyor. Sonuç olarak MB başkanını değiştirerek dolardaki yükselme trendini değiştirememişiz. İnsanın yapısal reform falan diyeceği geliyor ama susuyorum.
Çip Krizi, The Ever Given ve diğer sıkıntılar
Geçen haftaki Hayatın İçindeki İktisat bölümünde arz-talep modeli çerçevesinde küresel çip kıtlığından bahsetmiştik ve nedenlerini tartışmıştık. Bu haftaki haberler, çip krizinin devam ettiğini gösteriyor. Bloomberg HT gelişmeleri derlemiş, bakmak isteyebilirsiniz
Çip kıtlığı yetmezmiş gibi geçen hafta başka bir arz yönlü problemle karşılaştık. Bir gemi Süveyş kanalında sıkıştı kaldı. Kurtarma çalışmaları ise sosyal medyada da bayağı bir dalga konusu oldu. Sonuçta gemiyi kurtarmaya giden her araç, koca geminin yanında minnacık görünüyor ve işe yaramayacak izlenimi veriyor. BBC Türkçe, gemiyi kurtarma çalışmalarıyla ilgili güzel bir haber derlemiş, bakmak isteyebilirsiniz.
Bu geminin Süveyş kanalında kalması pek çok açıdan Hayatın İçindeki İktisat bölümünde yer almayı hak ediyor. İlk olarak, görünmez elin ve serbest piyasaların marifetleri analatılırken kullanılan meşhur hikaye olan I, Pencil'i düşünün (videosu da var). Bu hikaye, kurşun kalem gibi basit bir ürünün ortaya çıkması için bile dünya çapında bir koordinasyon ve işbirliğinin gerektiğini anlatıyor. Milton Friedman, zamanında aşağıdaki videoda konuyu özetlemiş:
Serbest piyasaları sevin ya da sevmeyin, bu hikayede bir doğruluk payı var. Hatta, kurşun kalem için doğru olan şey daha karmaşık ürünler için daha da doğru: artık hemen hemen her ürünün üretiminde bütün dünya bir şekilde birbirine bağlı. Misal, elektronik ürün üretecekseniz, kısıtlı sayıda silikon yonga yatağı üreticisinin üretimine bağımlısınız demektir. Mesela, Tayvan'da kanat çırpan bir silikon yonga çip üreticisi, Türkiye otomotiv sektöründe fırtınaya yol açabilir. Koordinasyon güzel, işbirliği güzel ama belki de küreselleşme nedeniyle ülkeler birbirlerine aşırı bağımlı hale geliyorlar.
Pandeminin başlangıcında bunu biraz idrak etmeye başladık aslında. Covid-19 ile mücadelede her koyunun kendi bacağından asılacağını anlayan ülkeler, tıbbi cihazlar ve maske vb. gibi koruyucu ekipmanların üretimi konusunda dış dünyaya bağımlılığımızı nasıl azaltırız diye düşünmeye başladı. Sonra, aşı arzı sıkıntısı çıktı. Kafalar iyice ağrımaya başladı. Çip kıtlığı nedeniyle otomobil üreticileri üretimlerini durdurmaya başlayınca, silikon yonga plakası ve çip üretimi konusunda da bağımlılıklar ortaya çıktı. Şimdi de Süveyş kanalında sıkışan gemi bize gösteriyor ki, küresel ekonomik düzen ve dolayısıyla uygarlığımız sandığımızdan daha kırılgan olabilir. Bloomberg Business'ten Chris Bryant tam da bu başlıkla bir yazı yayınladı ("Suez Shows Civilization Is More Vulnerable Than We Think"), okumak isteyebilirsiniz. Covid-19 sonrası dünyayı tasarlarken bu konuları düşünmemiz gerekecek, ben şimdiden söylemiş olayım.
The Ever Given'ın Hayatın İçindeki İktisat bölümüne layık olmasının bir nedeni daha var. Bu geminin yarattığı zarar!
Normalde kanaldan bir saatte 400 milyon dolarlık mal geçiyormuş. Tabii, kanal tıkanınca geçemiyor. Alın size bir maliyet.
Dünyada deniz yoluyla taşınan konteyner trafiğinin yüzde 30'u Süveyş kanalından geçiyormuş. Artık geçemiyor. Alın size bir maliyet daha.
Kanalın tıkanması dünya ticaretini ve tedarik zincirlerini olumsuz yönde etkiliyor ve büyük zararlara yol açıyor.
Ticaret trafiğinin aksaması ham petrol fiyatlarını etkileyecek ve bu tüketiciye de yansıyacak. Bu, von Hayek'in ünlü makalesinde anlattığı "fiyatların bilgi taşıyıcı rolü"ne güzel bir örnek olarak düşünülebilir.
İşin bir de sigorta kısmı var. Sigorta şirketlerinin bu zararlar yüzünden balı çok ağrıyacak gibi görünüyor. Reuters'in haberi bu konuya değinmiş.
Geminin yarattığı zararı düşününce, "neden zarar gören tüm firmalar ve ülkeler bir araya gelip daha etkili bir kurtarma çalışması yapmıyorlar?" diye sorabilirsiniz. Bu sorunuzdan anladığım kadarıyla Coase teoremine benzer bir akıl yürütme yapıyorsunuz. Akla hemen iki olasılık akla geliyor. Birincisi, şu andaki kurtarma çalışmasından daha iyisini yapmak mümkün değil veya yapılacak iyileştirmelerin maliyeti çok yüksek ve marjinal katkısı çok küçük. İkincisi, tam rekabet koşulları sağlanmıyor, taraflar tam bilgiye sahip değil ve işlem maliyetleri pozitif. Doğru cevabı ben de bilmiyorum ama üzerinde düşünmeye değer sanırım.
Bu işin bir de ekonomi politiği var. Ekonomik coğrafya, küresel lojistik, tedarik zincirlerinin ekonomi politiği konusunda şöyle bir Twit zinciri var, belki bakmak istersiniz.
Ha bu arada, unutmadan, Kanal İstanbul için imar planları onaylanmış ve askıya çıkarılmış. Belki bizim kanal olayını da daha geniş bir perspektiften değerlendirmek istersiniz.
Peynirde fiyatlama
Hayatın İçindeki İktisat kitabının yazarlarından Ceyhun Elgin hocamız Twitter'da peynir fiyatlamasıyla ilgili bir gözlemini paylaştı. Diyor ki,
"Binbir dert arasında derdiniz bu mu denilebilir ama Trakya'da birçok firmanın peynir fiyatlamasında bir abukluk var. Örneğin, aynı marka aynı kalite kaşar peyniri 250 gramı 14.5 TL, 400 gramı 28 TL. Bu durumda 400 gram almanın mantığı nedir? Bu fiyatlamanın mantığı ne olabilir?"
Ceyhun hocamızın twitine yazılan yanıtlara da bakın, özellikle Serdar Sayan hocamızın yazdıkları, garip görünen bu fiyatlama pratiğini anlamamıza yardımcı olacak nitelikte. Ceyhun ve Serdar hocaların yazdıklarını okuyunca, ben de meraklandım ve bu konuda literatürde yazılmış bir şeyler var mı diye baktım. Hocalarımız, literatürde de yer alan potansiyel açıklamaların bir kısmına değinmiş zaten ama ben yine de öğrendiklerimi paylaşayım.
Literatürde bu fiyatlama pratiği, quantity surcharge--yani, miktar arttıkça oransal olarak daha fazla artan fiyat--olarak anılıyor. Bu oldukça yaygın bir fiyatlama pratiği. Agrawal ve diğerleri (1993) yazdıkları makalede ton balığından deterjana kadar envai çeşit üründe bu fiyatlamanın uygulandığını gösteriyor.
Stanley M. Widrick, 1985 yılında yazdığı bir makalede bu konuyu ele almış. Başlangıç için bu makaleye bakabilirsiniz. Ancak, bu makale aşağıda bahsedeceğimiz şeyleri dikkate almıyor.
Serdar hocanın twitlerinde söylediği gibi (1, 2, 3), çeşitli nedenlere--mesela, paketleme veya saklama maliyetleri nedeniyle--üreticiler büyük paketteki ürünleri daha pahalıya satmayı tercih edebilir, dolayısıyla da böyle bir fiyatlama yöntemi kullanabilir. Ama cevap sadece bundan ibaret değil. İşin bir de talep yönü var.
İşin talep yönüne baktığımızda literatürde sıralanan olasılıklardan bazıları şunlar (mesela, Agrawal ve diğerleri 1993):
Bazı tüketiciler için fiyat karşılaştırması yapmak çok maliyetlidir (markette uzun zaman geçirmenin maliyeti onlar için yüksektir). Dolayısıyla, büyük paketi pahalıya satmak bu tüketicileri hedefleyen bir fiyat farklılaştırması yöntemi olarak düşünülebilir (Salop 1977).
Tüketiciler için küçük paketleri saklamak daha az maliyetli olabilir (misal, buzdolaplarında yeterince yer olmayabilir).
Tüketiciler, büyük pakette ürün satın almayı küçük pakette ürün almaya tercih ediyor olabilirler (ya da büyük paket alınca kendilerini daha zengin hissediyor olabilirler).
Tüketiciler, fiyat karşılaştırması yapmıyor olabilir. Mesela, yapılan bir çalışmaya göre süpermarketlerde alışveriş yapanların çoğu ürün seçimini yaparken çok az zaman harcıyormuş ve sepete henüz koydukları ürünün fiyatını söyleyemiyormuş (Dickson ve Sawyer 1990)
Bunlarla ilişkili olarak, kurumsallaşma ve alışkanlıklar da açıklamanın bir parçası olarak düşünülebilir. Örneğin, eğer büyük paketlerin birim fiyatının daha ucuz olması yaygın bir pratikse, satıcılar tüketicilerin alışkanlıklarından faydalanmak için bazı ürünlerde büyük paketler için birim fiyatı yükselterek karlarını arttırabilirler. Tabii, bunun tam işe yarayabilmesi için, bu fiyatlamayı az sayıda ürüne rastgele yapmak lazım (yoksa tüketiciler uyanır). Yani bu hafta peynirin büyük paketi daha pahalı, öbür hafta büyük süt pahalı, bir diğer hafta da büyük zeytin yağı pahalı olursa, tüketicilerin alışkanlıklarından faydalanarak biraz daha para kazanmak mümkün olabilir. Tabii bu numaralar İktisat Nedir? | Bülten okurlarına sökmez, o ayrı!
Ceyhun hocamızın bahsettiği ürünlerin gramajına dikkat edin. Biri 250 gram diğeri ise 400 gram. Bu, fiyat karşılaştırması yapmayı zorlaştırıyor. paketler 250 ve 500 gramlık olsaydı, birim fiyatı hesaplamak çok daha kolay olurdu. Firmaların fiyat karşılaştırması yapmayı zorlaştırarak tüketicilerin işini zorlaştırması (mesela finansal piyasalarda veya internet üzerinden satışlarda) yaygın bir pratik.
Son olarak, tüketicilerin rasyonel olduğu varsayımımızı da gözden geçirmemiz gerekebilir. Davranışsal iktisattaki sayısız çalışma, tüketicilerin bazı durumlarda azı çoğa tercih ettiğini gösteriyor. Mesela, tepeleme dolu görünen küçük kaptaki dondurmaya, daha büyük bir kaptaki daha çok dondurmaya göre daha daha fazla ödeme yaptıklarını (Hsee 1998) veya oransal karşılaştırma yapmakta oldukça başarısız olduklarını gösteren (Burson ve diğerleri 2009) çalışmalar var. Trakyalı peynir üreticileri ne kadar davranışsal iktisat biliyor bilmem ama biz işin davranışsal boyutunu da unutmayalım.
Ceyhun hocanın twiti sayesinde fiyatlama ve tüketici davranışı literatürüne biraz bakmış olduk. Trakya peynir piyasasını inceleyecek olan varsa, belki işine yarar :)
Haftanın makaleleri ve diğer şeyler
En mükemmel 'Podcast'lerden biri olan In Our Time'daki Ricardo bölümünü dinlemek istersiniz bence.
Eğer karmaşıklık iktisadı ile ilgileniyorsanız, Santa Fe Institute'ün yayınladığı 'podcast'i kaçırmayın: "J. Doyne Farmer on The Complexity Economics Revolution"
26 Mart 2021 tarihinde Project Syndicate'de yayınlanan yazı, kalkınma iktisadı alanındaki önemli bir soruna değiniyor. Yazı, kalkınma iktisadının zengin ülkelerdeki az sayıdaki kurumun tekelinde olmasından yakınıyor. Mesela, Journal of Development Economics'in editörleri arasında gelişmekte olan ülkelerden bir tane bile iktisatçı yokmuş. 69 kişilik yardımcı editör kadrosunda ise sadece iki kişi gelişmekte olan ülkelerdenmiş. Asya ve Afrika'dan bir kişi bile yokmuş. Özellikle kalkınma iktisadı ile ilgileniyorsanız, yazıya bir bakmak isteyebilirsiniz.
Dan Ariely, bu haftaki #askariely köşesinde, okurlarında gelen ilginç soruları yanıtlamış, bakmak isteyebilirsiniz. Sandığımızın aksine, kötü saç traşımızı kimse fark etmiyormuş, bu sebeple rahat olabilirmişiz! Anlaşmazlıkları daha tahammül edilebilir kılmak için karşımızdaki kişinin yerinde olduğumuzu hayal etmeliymişiz, mesela onun büyüdüğü ortamda büyüdüğümüzü düşünebilirmişiz. Ve, başkalarının belirlediği iş bitirme tarihlerine uymak, kendi belirlediğimiz tarihlere uymaktan daha kolaymış.
Tim Harford diyor ki, "aptallığın zirvesi, aptal olduğunu bilemeyecek kadar aptal olmaktır ... ve bu düşündüğünden daha yaygındır!" Bu laf hoşunuza gittiyse, Harford'un Cautionary Tales 'Podcast'ının "The Dunning Kruger Hijack, and Other Criminally Stupid Acts" başlıklı bölümünü dinlemek isteyebilirsiniz.
Fatih Özatay hocamız Türkiye'de iktisatçı olmak ile ilgili kısa bir yazı yazmış: "Herkesin bildiği alanda hoca olmak". Okumanızı tavsiye ederim.
Güven Sak hocamız, geçen hafta olup bitenleri yazmış: "Ne oldu şimdi?" Güven hoca yazısında İstanbul Sözleşmesi'nin iktisadi açıdan önemine de değiniyor ve "Kadınların güçlendirilmesi Türkiye’nin bir numaralı kalkınma ve zenginleşme meselesi"dir diyor.
Eğer araştırma için R kullanıyorsanız, şurada harika bir kaynak var. Hem R'da nasıl güzel grafik yapılacağına dair ders materyali var hem de R ile ilgili kaynaklar listesi var. Yer imlerinize ekleyin.
Zor işlere odaklanmakta güçlük çekiyorsanız, Nature'da yayınlanan şu yazı belki işinize yarar: "Tips from neuroscience to keep you focused on hard tasks"
Bitirirken...
Bu haftalık bu kadar. Okuduğunuz için teşekkürler.
Bülteni beğendiyseniz, tanıdıklarınızla ve sosyal medyadaki takipçilerinizle paylaşmayı unutmayın lütfen.
Sevgiler,
N. Emrah Aydınonat