İktisat Nedir? | Bülten'in 13. sayısına geldik. Bugüne kadar 409 kişi Bülten'e abone oldu. İktisat Nedir? Twitter hesabı da 4600 takipçiye ulaştı. Baktım, 12 sayı toplam 13581 kez okunmuş. Yani, sayı başına 1132 okunma. Fena değil sanırım. Abone olan ve Twitter'dan takip eden herkese teşekkür ederim.
Yaz boyunca, Bülten'i mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım. Sıcakta uzun bülten çekilmez 🙂
İyi okumalar!
Toplam okuma süresi: 8 - 10 dakika
Hayatın içindeki iktisat
Deniz salyası, yeşil dönüşüm ve iktisat
Geçen sayıda, deniz salyası sorununun temelde iktisadi bir sorun olduğunu ve atık yönetimi politikalarıyla ilişkili olduğunu söylemiştim.
"Marmara Denizi'nde bugün gördüğümüz deniz salyası da Marmara'daki hızlı şehirleşme ve sanayileşmeyi öngörüsüz kısa dönemli politikalarla yönetmeye çalışan siyasetçilerin bize mirası. Çevre değerlendirme raporlarını ve uzmanların uyarılarını göz ardı edip, kısa dönemli kazançlara odaklanan siyasetçilerin mirası!" (İktisat Nedir? | Bülten - Sayı 12)
Deniz salyası sorununun, 1980'lerdeki iktisat politikalarına ve atık yönetimi tercihlerine kadar geri götürülebileceğinden bahsetmiştim. "Bu sorun nasıl bu kadar büyüdü?" sorusunu cevaplarken, genelde siyasetçilerin vatandaşın gözüyle göremediği sorunları çözme müşevviği olmadığını söylemiştim. Artık siyasetçilerin çıkıp "deniz salyası yok" deme, sorunu göz ardı etme şansları pek yok.
Misal, geçen hafta, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı "Marmara'yı adeta foseptik gibi kullanmışız" diyerek deniz salyası sorununun kamu politikalarıyla yakından ilişkili olduğunu itiraf etmiş. Siyasetçilerin bile gördüğü şu: sadece deniz salyasını temizlemek yetmeyecek, Marmara Bölgesi'ndeki atık yönetimi politikalarının da gözden geçirilmesi gerekecek. Yani Marmara Denizi'ni kirletmekten vazgeçmek gerekiyor.
Geçen hafta Marmara'daki atık yönetimi ve kirlilik sorununu görenler arasında Çevre ve Şehircilik Bakanı da vardı. Marmara Denizi için acil eylem planını açıkladı. Açıklama iktidarın sorunu ciddiye aldığını gösteriyor. Umarım bu sefer uzmanları dinleyerek Marmara Denizi'ni kurtarırlar.
Bu arada, açıklanan acil eylem planı, atık suların arıtılması ve kirliliğin azaltılması için iktisadi önlemler de içeriyor. Mesela, arıtılmış suların yeniden kullanılması ve atık su arıtımını kolaylaştırıcı faaliyetler teşvik edilecek. Müşevvikler önemlidir ve çoğu zaman işe yarar ama müşevviklerin sık sık amaçlanmayan sonuçlara yol açtığını da unutmamak lazım. Aynı şeyi tekrar edeyim. Umarım her aşamada işin uzmanlarına danışırlar.
Türkiye Bilimler Akademisi de deniz salyası değerlendirme raporu yayınlamış. Belki bakmak istersiniz.
Not etmek gerekir ki, Marmara Denizi'ni kurtarma konusundaki ciddi bir planın Kanal İstanbul projesinin Marmara Denizi'ne etkilerini tartışmaya açması gerekir. Bu olacak mı? Göreceğiz ama ben size öngörümü söyleyeyim. Kanal İstanbul'un Marmara Denizi'ni nasıl etkileyeceği şu anda vatandaşın gözle görebileceği, parmakla gösterebileceği, Instagram'da paylaşabileceği bir şey değil. Dolayısıyla, iktidardaki siyasetçilerin bu konuyu da sorunlar gözle görünür olana kadar ertelemesi beklenebilinir. Umarım yanılıyorumdur.
Deniz salyası neden tüm Türkiye'nin sorunudur?
Marmara Bölgesi dışında yaşayanlar deniz salyası sorununu pek kafaya takmıyor ve "bana ne deniz salyasından!" diyor olabilir. Bence demesinler. Geçen hafta da söylediğim gibi deniz salyası sorunu sadece Marmara'yı ilgilendirmiyor. Tüm Türkiye'yi ilgilendiriyor, çünkü sorunun kaynağı çevre ile ilgili politikalar ve Türkiye'nin atık yönetimi pratikleri.
Türkiye, çevre ve atık yönetimi politikalarını gözden geçirmezse, her ilin kendine ait bir "salya" sorunu olacak. Bunu görmek için biraz gazete okumak yeterli. Geçen hafta yayınlanan üç haber ve bir rapora bakalım:
"Greenpeace, Türkiye'nin havayı en çok kirleten ilk 3 ülkeden biri olduğunu ve Avrupa'nın kükürt dioksit (so2) bakımından en kirletici 10 kömürlü termik santralinden 3'ünün Türkiye'de olduğunu" duyurmuş.
TEMA Vakfı'ndan Hikmet Öztürk, Türkiye'nin büyük bir çölleşme riski altında olduğunu söylüyor.
Birgün'ün haberine göre, 3 yılda 17 bine yakın madene izin verilmiş. (Çevre konusunu gerçekten ciddiye alıyorsak, bu maden politikalarını da gözden geçirmemiz gerekiyor.)
WWF'nin Yaşayan Gezegen Raporu (2020) da doğayı korumak konusunda aslında çok fazla bir şey yapmadığımızı bize hatırlatıyor. Güzel bir rapor. Belki okumak istersiniz.
"Salya" sorunu neden tüm Türkiye'nin sorunu? Çünkü dünyanın üretim ve atık yönetimi pratikleri hızla değişiyor. Dünya, doğa dostu ve sürdürülebilir bir iktisadi büyümenin mümkün olup olmadığını tartışıyor ve dünya ekonomisi bu tartışma ile birlikte yeni bir şekil alıyor. Deniz salyası ile mücadele harika ama bu yetmeyecek. Türkiye'nin doğayı da hesaba katan bir iktisadi büyüme politikasına ihtiyacı var.
Neden? Çünkü, konu Türkiye'nin geleceği ve kalkınması ile yakından ilgili. Güven Sak hoca, bu konuda sık sık yazıyor. Mesela, "2050'de nasıl bir dünyada nerede olmak istersiniz?" başlıklı yazısına bir bakın derim. Güven hoca diyor ki,
"Bildiğimiz dünya, bugünü değil, otuz yıl sonrasını düşünerek yeniden yapılanıyor. Biz daha burnumuzun ucunu göremezken, yeşil-dijital dönüşüm tartışması, doğrusu ya, Türkiye için Allah’ın bir lütfu, bir büyük fırsattır. Niçin? Uzun vadeli düşünmek ve plan yapmaya başlamak için. 2050'de yer kapmak için."
Ayrıca diyor ki,
"Şimdi bu Yeşil Yeni Mutabakat, Türkiye için neden büyük bir fırsattır? Öncelikle Türkiye’nin CDS risk primini, faiz maliyetini, döviz kurlarını ve enflasyonu aynı anda aşağı indirecek bir başlangıç programını 2050 hedefiyle tutarlı olarak gündeme getirebilmesi mümkün bu çerçevede. Bizim gibi ülkelerin adil geçiş talebi çerçevesinde, böyle bir programı ve finansman paketini gündeme getirebilmek için uygun bir ortamdayız. Yapılabilir mi? Evet. Yapmazsak ayıp artık."
Normalde, kendilerine maliyeti olacak çevre kirliliği gibi şeylerden pek bahsetmeyen iş insanları bile, bu yeşil dönüşümün önemini kavramış görünüyor. Tabii bunda yeşil dönüşümün bir devlet politikası haline gelmesinin şirketlerin yükünü azaltacak olmasının da önemli payı var. Neyse, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı da yeşil dönüşüm ve dijital dönüşüm konularına dikkat çekerek, "Bunları yapmadığımız takdirde farklı engellerle karşı karşıya kalabiliriz. Bunları yaptığımız sürece önemli bir üretim merkezi haline geleceğimize inanıyorum. Asya'dan, Körfez ülkelerinden çok daha çekici bir yatırım ortamında yer alabileceğimize inanıyorum" demiş.
Bu işler neden önemli? Çünkü dünya ile iş yapabilmek için dünyanın üretim (ve çevre) kriterlerine uymak gerekecek. Geçen hafta Reuters'ta yayınlanan bir haber, eğer dünyaya ayak uydurmazsa, Türkiye'nin finansman olanaklarının da etkilenebileceğini gösteriyor. Habere göre, Sorumlu Bankacılık İlkeleri dökümanına imza atan Türk bankaları Kanal İstanbul'un kredi sağlamak istemiyormuş. Neden? Sorumlu Bankacılık İlkeleri'ne imza atan bankalar, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri'ne ve Paris İklim Anlaşması'na uygun hareket etmeye söz veriyor. Anlaşılan o ki, Kanal İstanbul'un çevreye etkileri bu bankaları endişelendiriyor.
Şimdi diyeceksiniz ki, "hem yeşil diyorsun hem büyüme diyorsun bu ne yaman bir çelişkidir? Ayrıca, bırakın da Türkiye gibi ülkeler bir büyüsün, sonra çevreye bakarız!". Yalnız değilsiniz. Ricardo Hausman, sesinizi duymuş ve geçen haftaki yazısında "Yeşil Kalkınma Bir Oksimoron mudur?" diye sormuş. Diyor ki, gelişmekte olan ülkeler bu yeşil dönüşüm konusunu önlerine çıkan bir engel olarak görüyor olabilirler ama aslında tam tersi doğru. Yeşil dönüşüm, gelişmekte olan ülkelere büyük fırsatlar sunacak. Neden? Çünkü yeşil dönüşüm ve karbon salınımını azaltan uygulamalar nedeniyle, küresel üretimin yapısı değişecek. Buna ayak uyduramayan ülkeler, yani inşaatla, madenle, çevreyi kafaya takmadan büyümeye çalışan ülkeler sistemin dışında kalacak. Üstelik, yeşil dönüşüme ayak uyduramayan ülkeler yakın gelecekte dış dünya ile ticarette de güçlük çekecekler. Çünkü dünya "gri" sanayilere kötü gözle bakmaya başlayacak. Hausman, gelişmekte olan ülkelerin yeni değer zincirlerini iyi takip edip, göreli olarak avantajlı oldukları alanları tespit etmeleri gerektiğini söylüyor. Ayrıca, yeni filizlenen yeşil endüstrileri ülkeye çekmenin de gelişmekte olan ülkeler için iyi bir strateji olduğunu not ediyor.
Yeşil büyümenin gerçekten mümkün olup olmadığını zaman gösterecek. Ama her halükarda Türkiye'nin dünyaya ayak uydurması gerekiyor. Bugünün müjdeli haberleri (misal, gaz rezervi bulunması) yarın için bize çok fazla bir şey vaadetmiyor olabilir!
Geçmiş 12 haftanın özeti
Son 12 haftada İktisat Nedir? | Bülten'de yer alan konulara şöyle bir bakalım dedim.
Covid-19 salgını ile mücadele
Covid-19 salgınının iktisadi bir boyutu olduğunu hepimiz biliyoruz ve hatta iliklerimize kadar hissediyoruz. Hem salgın hem de salgınla ilgili politikalar, iktisadi faaliyetleri etkiliyor. Makro ve mikro ölçekte iktisadi sonuçlara yol açıyor. Bu konuyla ilgili iktisatçılar sık sık yazıyor. Ancak, salgının başka bir iktisadi boyutu da var. İktisadi bakış açısı, salgınla ilgili politikaları ve yapılan yanlışları da anlamamıza yardım ediyor. Geçmiş bültenlerde kamu otoritesinin ve yetkililerin salgınla mücadelede neden yanlış yaptıklarını ve iktisadi bakış açısından neler öğrenebileceklerini ele aldık. Benzer bir şekilde, "Tadını Çıkar, Ben Aşılıyım" reklamına, iktisadi perspektiften baktık ve tercih çarpıtmasıyla ilişkisini ele aldık.
Bu konulardaki yazıların bazıları şunlardı:
Aşı pasaportu, aşı patentleri ve aşının küresel dağıtımı
Salgın politikası gibi küresel ölçekteki aşılama politikasının da iktisadi boyutu var. Mesela, "aşı patenleri kaldırılsın mı kaldırılmasın mı?" tartışması doğrudan iktisatla ilgili. Kaldırılmasın diyenler ve patentin faydalarını savunanlar bize iktisadi gerekçeler sunuyorlar. Geçmiş bültenlerde hem bu gerekçeleri hem de aşılama politikası ve aşı pasaportu gibi konuların iktisadi ve sosyal sonuçlarını ele aldık. Bazı örnekler:
Çip Krizi
Çip krizi hala gündemde. Gündemde olmaya da devam edecek gibi görünüyor. Mesela, Dünya Gazetesi, 6 Haziran'da yaptığı haberde "Çip krizinin faturası kabarıyor" diyor. Daha önceki bültenlerde gördüğümüz gibi, çip krizi temelde tam bir iktisada giriş konusu. Hem otomobillerin hem de elektronik ürünlerin üretimini etkileyen çip kıtlığı konusunu arz ve talep modeli çerçevesinde ele almak ve Covid-19 salgını bağlamında çip krizinin nedenlerini anlamak mümkün:
Gündelik hayatın iktisadı
Bültende ara ara gündelik hayatta karşılaştığımız iktisadi olgulara da değindik. Mesela, marketlerde büyük paketteki ürünlerin birim fiyatının bazen küçük paketlerdeki ürünlerin birim fiyatından daha fazla olması konusunu işledik. Bu fiyatlama uygulaması ilk bakışta mantıklı görünmüyor. Yani, normalde büyük boy ürünlerin (misal, 16'lı tuvalet kağıdı) küçük boy ürünlerden (8'li tuvalet kağıdı) daha hesaplı olması lazım ama her zaman böyle olmuyor. Neden? Bunu tartıştık. Eğer okuduysanız, muhtemelen markette otomatik olarak "büyük boy ürün daha hesaplıdır" diye varsaymayı bırakmışsınızdır muhtemelen. Okumadıysanız, bir bakın. Bağlantı aşağıda.
Benzer bir şekilde, patateslerin patates üreticisinin elinde kalması konusunu işledik. Herkes kamu otoritesinin patates alıp dağıtmasını tartışırken, biz konuyu iktisada giriş kitabındaki örümcek ağı teoremi ile ele aldık.
Gündemdeki plastik çöp ithalatı ve deniz salyası konularını da iktisadi bakış açısıyla anlamaya çalıştık. Mesela, Türkiye'nin plastik atık ithal etmesinin ve bu atıkların bir kısmının çevre kirliliğine yol açmasının nedenlerini gördük. Aynı şekilde, deniz salyasının hem nedenleri hem de sonuçları itibariyle iktisadi bir problem olduğunu gördük.
Gündelik hayatın iktisadı konusundaki yazılar şunlardı:
Kripto varlıklar
Kripto varlıklar konusu da sık sık değindiğimiz konulardan biriydi. Bu konuya "bitcoin ne olur?" falan diye yaklaşmak yerine, kripto varlıkları iktisattaki 'görünmez el' ve 'paranın doğası' gibi temel başlıklar çerçevesinde tartışmaya çalıştık. Tabii kripto varlıklarla ilgili bir düzenlemeye neden ihtiyaç duyulduğunu da ele aldık.
√
Haftanın bağlantıları
Raghuram G. Rajan, geçen haftaki yazısında küresel karbon emisyonunu düşürmek için iktisadi bir öneri yapıyor: Küresel Karbon Müşevviği! Öneriye göre ortalamanın üzerinde karborn salınımı yapan ülkeler cezalandırılırken, ortalamanın altında olanlar teşvik edilecek. Önerilerin artı ve eksilerini değerlendirecek vaktim olmadı hünüz. Siz bakarsınız.
"100 yılda bir karşılaşılan yıkıcı bir salgında yurttaşlara tahsis edilen kamu kaynağının değeri bir otoyol bağlantılı köprüye ödenen kadar değil." Bu alıntı, Uğur Gürses'in "Kredide ‘dev’, doğrudan destekte ‘cüce’" başlıklı yazısından. Okumanızı öneririm.
Uğur Gürses, Twitter'da paylaştı. Harvard Üniversitesi harika bir site yapmış: Metroverse. Girip biraz kurcalamanızı öneririm.
TÜİK dönemsel gayri safi yurt içi hasıla verisini açıkladı. Açıklamaya göre Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) 2021 yılı birinci çeyreğinde %7,0 artmış. (BETAM'ın tahmini %6,9 idi.) Bu konu çok tartışıldı. Mesela, Öner Günçavdı, Türkiye'de ekonomik büyümenin giderek "daha az kapsayıcı" olduğuna dikkat çekti. Öner hocanın kapsayıcı büyüme ile bir yazı da yazdı. Haftaya fırsat bulabilirsem, bu büyüme konusunu ele alacağım.
Bitirirken...
Bu haftalık bu kadar. Okuduğunuz için teşekkürler.
Güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle,
Sevgiler,
N. Emrah Aydınonat