31 Ekim - 4 Kasım 2022 haftasında tarihleri arasında İktisat Nedir?’in Yönetici Özeti bültenlerinde yayınlanan notlardan seçmeleri aşağıda bulacaksınız.
Yönetici Özeti başlıklı bültenler İktisat Nedir?’e yeni eklendi. Bu bültenleri yayınlandıkları anda e-posta olarak almak için Yönetici Özeti’ne abone olabilirsiniz.
Bu bültendeki temel başlıklar:
Enflasyon: İTO fiyat endeksi, TÜFE, “Enflasyonu ciddiye almamak”, “Hanehalkı yanarken büyüme türküsü söylemek”, “Merkez Bankası’nın panik yapması lazım”, “Türkiyenin enflasyon tercihleri”
Diğer konular: Yeni ekonomi modeli, Plastik atık ve geri dönüşüm, Türkiye’nin rüşvet karnesi, “Off saatler”, Çin, inşaat ve azalan getiriler, “Nobel İktisat Ödülü Saçmalığı”
Güzel bir hafta sonu geçirmeniz dileğiyle.
Enflasyon
İTO Fiyat Endeksi açıklandı
Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) yıllık %85,51, aylık %3,54 oldu.
Enflasyonu ciddiye almamak
Fatih Özatay, Dünya gazetesindeki yazısında enflasyonu ciddiye almayınca ne olduğunu ve dolayısıyla da yukarıdaki grafiği anlatıyor. Okumanızı tavsiye ederim.
‘Küçülme-yüksek enflasyon’ dönemi
Fatih Özatay, Dünya gazetesindeki başka bir yazısında, öncül göstergeler ışığında büyüme konusunu ele almış. Göstergelerden yola çıkarak diyor ki, “yaşamakta olduğumuz dönemi ‘küçülme-yüksek enflasyon’ dönemi olarak tanımlayabiliriz.” Ve soruyor: “bakalım seçim ekonomisi bu resmi ne yönde değiştirecek?” Sanırım Fatih hoca, seçim ekonomisine ve ekonomi yönetiminin iktisadi büyüme tercihine rağmen, küçülme-yüksek enflasyon birleşiminin sürebileceğini düşünüyor.
Hane yanarken büyüme türküsü söylemek
Uğur Gürses’in T24 için yazdığı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.
“Ülkenin geldiği yerin özeti bakımından şu çok ilginç: Normal bir ülkede kamu otoriteleri bankaların alabileceği riskler konusunda düzenleme yapar ve yeri geldiğinde uyarır. Türkiye’de ise bankalar ilgili bakanı, düzenleyici otoriteler konusunda uyarıyor. Bu otoritelerin sistemik risk sınırına doğru ittiğinden yakınıyor.
Normal bir ülkede, yasasında enflasyon ve istihdam görevi olan merkez bankaları enflasyonu öncelerken, bizde birincil görevi olan fiyat istikrarı ile çelişmemek kaydıyla büyümeyi ve istihdamı ikincil planda tutan bir görevi olan merkez bankasının enflasyonu patlattığı gibi hala büyüme türküsü söylemesi topluma bilerek yapılan bir kötülük.” (devamı)
Merkez Bankası’nın Panik Yapması Lazım
Herkes Cevdet Akçay’ın Dünya Gazetesi’nin yayınında yaptığı yorumu paylaşıyor. Ben de paylaşmazsam olmazdı. Akçay’ın kendine has bir tarzı ve bakış açısı var. Her dediğine katıldığımı söyleyemem ama ben yine de bir özet vermeye çalışayım:
Merkez Bankası’nın enflasyon verisine bakınca panik yapması lazım.
“Enflasyon daha da artar mı?”, “Zirveyi gördük mü?”, “Ne gün azalır?” falan gibi sorular, yanlış sorular.
Asıl sorulması gereken sorular şunlar: ”Bu enflasyon düşecek tamam ama düşünce hangi seviyeye düşecek?”, “Hangi seviyede takılı kalacak?”
Mevcut durumda bu soruları cevaplamak neredeyse imkansız.
Bu soruları cevaplamak neden imkansız? Akçay, biraz teknik bir açıdan bakıyor, enflasyonun hala yükseliyor ve oynak olmasından bahsediyor. Ama sanırım şunu eklersek kızmaz: yeni ekonomi modelinin enflasyonla mücadelesi sözde bir mücadele olduğu için ve bu model kendi yarattığı sorunları çözebilmek için sürekli evrilen ve değişen bir model olduğu için, ekonomide önümüzü görmek çok zorlaştı. Buna bir de seçim ekonomisinin getireceği belirsizlikleri eklersek, enflasyonla ilgili soruları cevaplamak çok güç.
Cevdet Akçay’ın söyledikleriyle ilişkili olarak belki şunu da eklemek lazım. Ekonomi yönetimi enflasyon ile mücadele ile iktisadi büyüme arasında bir tercih yapması gerektiğinde iktisadi büyümeyi tercih ediyor. Bakan Nebati, “bunu enflasyonla mücadelede insana odaklandık” diye ifade ediyor. Yani, iktisadi büyümeye odaklanıyoruz, böylece insanlar işsiz kalmıyor demeye çalışıyor. Bu, ilk etapta kulağa hoş geliyor ama sorun şu: yüksek enflasyonun ekonomiye envai çeşit zararı var. Enflasyonla mücadele edilmeyen her gün, gelecekte kronik ve ciddi iktisadi (ve sosyal) sorunlarla karşılaşma riskini arttırıyor. Şöyle söyleyelim, yüksek enflasyonla mücadele etmemenin fırsat maliyeti de çok yüksek.
Başka türlü de söyleyeyim: enflasyon %3-4 iken “biz büyümeyi tercih edeceğiz” demekle, bunu %85 iken demek arasında çok ciddi bir fark var. Bu sebeple, dünyada Merkez Bankaları kontrolden çıkan enflasyonu dizginlemek için özel bir çaba gösteriyor. Hatta normalde birbirleriyle anlaşamayan iktisatçılar bile söz konusu yüksek enflasyon olduğunda önceliğin bu olması gerektiğini söylüyor. Özetin özeti: enflasyonla mücadelede insan odaklı yaklaşım, enflasyonla ciddi ve genel olarak kabul edilen yöntemlerle mücadele etmeyi gerektirir.
“Akçay’ın konuşmasından yola çıktık nerelere geldik!” demeyin. Aynı noktadayız. Normal şartlar altında Merkez Bankası’nın panik yapması lazım ama yapmıyor. Ne yapıyor? İktisadi büyümeye övgü tadında enflasyon raporu açıklıyor. Uğur Gürses, yukarıda paylaştığım yazısında ne diyor? Enflasyon hane halkını kasıp kavururken, Merkez Bankası enflasyon raporu toplantısında büyüme güzellemesi yapıyorsa sözleyecek söz kalmamıştır.
Türkiye’nin Enflasyon Tercihleri
Enflasyon sorununu ve nasıl çözüleceğini anlamak istiyorsanız, Refet S. Gürkaynak, Burçin Kısacıkoğlu, Sang Seok Lee ve Alp Şimşek’in yazdığı “Türkiye’nin Enflasyon Tercihleri” başlıklı makaleyi okumanızı öneririm. Makale biraz iktisat bilen herkesin anlayabileceği şekilde yazılmış.
“Faizi Düşürmek ve Kuru Tutmak Uğruna”
Mahfi Eğilmez de enflasyon sorunu ile ilgili bir yazı yazdı. Belki ona da bakmak istersiniz. Birkaç alıntı yapayım.
“Türkiye’de enflasyonun temel nedenlerinden birisi (hatta birincisi) kur artışı[dır].”
“Türkiye’de kur artışının temel nedeni (başka nedenler de var) risklerin yüksekliğidir (CDS primi 659.)”
“Yapılması gereken şey yüksek riske neden olan sorunların çözülmesidir.”
Peki, Eğilmez’e göre riskler neden yüksek?
“Türkiye, sürekli olarak kendi kendine sorunlar yaratıp, gerçek çözümlerin zor olduğunu görünce bunları mucizevi yollarla çözmeye çalışan bilimden uzak bir ülke görünümü veriyor. O nedenle risk primi çok yüksek düzeylerde kalıyor.”
Yazının tamamını Mahfi Eğilmez’in günlüğünde bulabilirsiniz.
Diğer okumalar
Yeni Ekonomi Modeli Nereden Çıktı?
Ege Cansen, Sözcü gazetesindeki yazısında, şu önemli soruyu sormuş: bu yeni ekonomi modeli nereden çıktı? Neden ihtiyaç duyuldu? Cansen kördüğümü şöyle açıklamış:
“Başkan Erdoğan hala ve ısrarla IMF’ye gitmem de gitmem diye ayak diriyor. Kördüğüm burada.”
Ege Cansen’e katılmıyorum. Konu, sadece IMF’ye gidip gitmeme konusu değil. Ekonomi yönetiminin, işine geldiği anda, IMF’ye gitmesinin önünde bir engel görmüyorum. Peki ekonomi yönetiminin davranışlarını nasıl açıklayacağız? Bu sorunun cevabı sadece iktisadın konusu değil. Soruyu cevaplamak için diğer sosyal bilimcilerin özellikle de siyaset bilimcilerin katkısına ihtiyaç var.
Bir iktisatçı ve bilim felsefecisi olarak şunu söyleyebilirim. Aslında ortada tanımlanabilir bir ekonomi modeli yok. Benim tanımım şu. Yeni ekonomi modeli, bugün kullanılan (veya kullanılmayan) politika araçlarının, ekonomi yönetimi tarafından öngörülemeyen olumsuz sonuçlarıyla mücadele etmek için yapılan şeylerden oluşuyor ve sürekli şekil ve form değiştiriyor. Zabıtalarla fiyat denetiminden ikincil el otomobil piyasasında satışlara kilometre sınırı getirmeye kadar uzanan geniş ve karmaşık bir araç seti var. Bu politika araçlarına zaman zaman sözlü uyarılar, zaman zaman genelgeler falan da eşlik ediyor. Bugünlerde yeni modele bir de şu modül eklendi: enflasyonla mücadele yerine seçime kadar iktisadi büyümeye odaklanmak. Tabii bu yeni bir şey değil. Başka ülkelerde de oluyor. Yeni olan bunun “enflasyonla mücadeleye insan odaklı yaklaşım” olarak sunulması. Neyse, sürekli evrilen bu modelin tek bir sabit kısmı var, o da düşük faiz politikası. Neden? İşte cevap verilmesi daha zor olan soru bu.
Ege Cansen’in diğer sorusu da İş Bankası Genel Müdürü’nün şu sözleri ile ilgili:
“Eğer kredinin fiyatlaması ucuzlamasına rağmen krediye erişim güçleşiyorsa bunun kimseye bir faydası yoktur.”
Cansen, haklı olarak, bunun bir soruna işaret ettiğini söylüyor. Not edelim, dün MÜSİAD da krediye erişimden şikayet etti. Cansen’in söylediğini şu şekilde yorumluyorum: eğer düşük faize rağmen krediye erişim güçleştiyse, bu, düşük faizin piyasa dinamikleriyle uyumlu olmayan suni bir faiz oranı olduğunu gösterir. Eğer faiz oranı piyasa gerçeklerine uygun değilse, piyasadaki aktörleri düşük faizle uyumlu bir biçimde davranmaya zorlamak gerekir. Geçen hafta Merkez Bankası’nın bankalara yaptığı uyarılar vardı ya, hah, işte onun gibi!
Plastik atıklar ve geri dönüşüm
Plastik Geri Dönüşüm Sanayicilerini kızdıracak bir haberim var. Greenpeace yayınladığı raporda plastik geri dönüşümün çevre açısından bir çıkmaz sokak olduğunu söylüyor. Raporu Greenpeace ABD yayınladı, başlığı “Circular Claims Fall Flat Again”. Raporda plastik geri dönüşümün işe yaramadığı 5 başlıkta anlatılıyor.
Özetleyeyim: Plastik atıklar çok yaygın, çok çeşitli ve geri dönüştürmeye uygun bir biçimde ayrıştırılıp toplanmaları çok güç. Tek bir ürün, misal plastik şişe, söz konusu olsa bile, farklı üreticilerin ürünleri (misal, plastik şişeleri) farklı tipte plastikler, kimyasallar, katkı maddeleri, renklendiriciler vb. içerebiliyor. Başka bir örnek: bir fast-food lokantada aldığınız bir öğün yemekten çeşit çeşit, farklı tipte plastik atık çıkıyor: plastik bardak, plastik çatal, plastik içeren hamburger kutusu, torbalar vesaire. Bu sebeple, birlikte geri dönüşüme uygun plastikleri ayrıştırmak çok güç ve pratik değil. Rapora göre ayrıştırma olmadan etkili bir geri dönüşüm de yapılamıyor.
(Kaynak: Greenpeace raporu sayfa 12.)
Rapora göre plastik atık geri dönüşümünün kendisi savurganlık içeriyor, çevreyi kirletiyor ve riskli. İçerdikleri karmaşık kimyasallar nedeniyle yangın riski yüksek. Ağustos ayında Adana’da plastik atık geri dönüşüm fabrikasında çıkan yangını hatırlarsınız. Hah işte o yangın öyle münferit bir olay değilmiş. Bu konuyu araştırırken buldum, Mikroplastik Araştırma Grubu diye bir grup, çıkan yangınların haritasını yapmış. Aşağıdaki harita, Adana’daki yangının münferit olmadığının ispatı gibi.
Rapor, plastik geri dönüşümünün büyük zehirlilik riskleri de içerdiğini söylüyor. Düşününce insan hak veriyor. Mesela ilaçlar, kimyasallar, yağlar, fare zehirleri ve böcek ilaçları gibi şeyler de plastik kutu ve şişelerde saklanıyor. Bunlar genelde ayrıştırılmadan çöpe atılıyor. Bu da toplu olarak geri dönüştürülen plastiğin kullanım alanını daraltıyor. Greenpeace raporda, Kanada hükümetinin ilgili raporuna atıf yapıyor ve geri dönüştürülen plastiğin büyük bir kısmının yemek sektöründe kullanılmasının güvenli olmadığını söylüyor.
Son olarak işin iktisadi kısmı. Plastik dönüşümü, ekonomik bir aktivite değil: yeni plastik üretmek, plastiği geri dönüştürmekten çok daha ucuz. Dolayısıyla, şirketlerin geri dönüştürülmüş plastik kullanmak için bir motivasyonu, müşevviği yok.
Şimdi bütün bunlara, gelişmiş ülkelerin bu plastik atıkları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere ihraç ettiğini ekleyin. Bu plastik atık belasını, ithalatını ve atık ithalatının ardındaki iktisadi mantığı daha önce ele almıştık. İsterseniz İktisat Nedir? | Bülten’in o sayısına da bir bakın.
İşte durum böyleyken böyle. Greenpeace raporunda söylenen her şeye sorgusuz sualsiz inanın demiyorum tabii ama bunların düşünmeye değer konular olduğunu da kabul edersiniz umarım. Gereksiz plastik kullanımı çok yaygın. Bundan vazgeçerek plastik üretimini ciddi şekilde düşürmek mümkün. Aksi taktirde, mevcut eğilimler devam ederse 2050 yılında denizlerdeki plastik miktarı balık miktarından daha fazla olacakmış. Plastik atık dünyanın başına bir bela ve bu beladan kurtulmanın yolu — Greenpeace raporuna göre — geri dönüşüm değil, plastikten kurtulmak.
Son olarak not edeyim: raporda plastik üreticilerinin ve plastik atık geri dönüşümü ile uğraşanların güçlü bir lobi oluşturduğu söyleniyor. Bu bültenden sonra benden haber alamazsanız, plastikçilere sorun :)
Gri Liste
Tele1’in haberine göre Mali Eylem Görev Gücü (FATF), Türkiye’yi kara para aklama ve terörün finansmanı ile mücadelede yetersiz çabalar nedeniyle’ ‘gri listede’ bırakmış. FATF’ın sitesini ziyaret ederek konuyu inceleyebilirsiniz.
FATF hakkında daha çok bilgi edinmek istiyorsanız, 2012 yılında TEPAV için kısa bir not yazmıştım (Türkçe). Belki işinize yarar.
Türkiye’nin Rüşvet Karnesi
Sözcü’den Çiğdem Toker, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün “Exporting Corruption 2022“ raporunu köşesine taşımış. Türkiye’nin karnesi iyi değil. Raporun tamamına şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: Exporting Corruption 2022
Exporting Corruption 2022 raporu, küresel ihracatta başı çeken 47 ülkeyi ele alıyor. Rapor, bu 47 ülkeden 43’ünün imzaladığı OECD’nin Rüşvete Karşı Sözleşmesine ne kadar uyulduğunu inceliyor. Özetle, rüşvetle mücadelede durum kötüye gitmiş. Yukarıdaki harita durumu özetliyor. Aşağıdaki grafik ise hangi ülkenin hangi kategoride olduğunu gösteriyor.
Rapora göre Türkiye, rüşvet konusunu hiç ciddiye almayan 20 ülke arasında yer alıyor. Türkiye ile ilgili özet bilgiyi raporun 84’üncü sayfasında bulabilirsiniz.
“Off saatler”
Dünya Gazetesi’nden Alaattin Aktaş, Merkez Bankası’nın, Bankalar Birliğine gönderilen bir yazıda "off saatler" ifadesini kullanmasına çok kızmış. “İşlem saati dışındaki zaman” denmesi gerektiğini söylemiş ve eklemiş “Ofiste sohbet etmiyorsunuz. Resmi yazı yazıyorsunuz!” Aktaş’ın yazısına ulaşmak için burayı tıklayın.
Twitter’da da “off saatler” denmesine tepkiler vardı. Sanıyordum ki millet Merkez Bankası’nın bankaların ne zaman nasıl işlem yapacağına karışmasına kızıyor. Ama öyle değilmiş, İngilizce kullanmasına kızılıyormuş… Benim anladığım, “off saatlerde işlem yapmayın” demek “devlet memurları iş başında değilken işlem yapmayın, takip edemiyoruz” demek. Asıl gariplik burada. Kamu kurumları, bankalara “off saatlerde çalıştırdığınız insanlara fazla mesai ödüyor musunuz?” diye sorsa, onu anlarım.
Çin, inşaat ve azalan getiriler
Ünlü iktisatçı ve satranç ustası (grandmaster) Kenneth Rogoff, Project Syndicate’deki yazısında Çin’in yavaşlayan ekonomisini ele alıyor. Rogoff, Çin’in ekonomiyi canlandırmak için kullandığı “emlak ve altyapı yatırımlarını arttırma” stratejisinin artık çok da işe yaramadığını söylüyor. Daha doğrusu bu yatırımların azalan getirilere tabii olduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla, Çin’in yavaşlayan iktisadi büyümesi beraberinde ev ve ofis fiyatlarının düşmesini getiriyor. Bu önemli çünkü emlak Çin ekonomisinin önemli bir kısmını oluşturuyor.
Rogoff, Çin’in iktisadi büyümesinin uzun süredir yavaşladığını hatırlatıyor ve ekliyor “IMF tahminlerine göre Çin 2023’te %4.4 ve sonrasında %3.2 büyümesi bekleniyor”. Rogoff’a göre, Avrupa ve ABD ekonomileride yavaşlarken, Çin’in bu iktisadi yavaşlamadan ihracat yaparak çıkması da zor.
Peki Satranç ustası Rogoff yanılıyor olabilir mi? Bence olabilir. Haklı olduğu konu şu: inşaatla ve çılgın projelerle sonsuza kadar büyümek mümkün değil. “Dün inşaata yatırım yapıp büyüdüm; öyleyse, yarın da inşaata yatırım yapar, birkaç çılgın projeye girişir, büyümeye devam ederim” diyenler bir gün gelir çuvallalar. Peki nerede yanılıyor olabilir? Ben konunun uzmanı değilim ama bana sanki Çin emlak piyasası hakkında düşünürken Çin’in ABD ve Avrupa ekonomilerinden farklılıklarını yeterince dikkate almıyor gibi geldi. Çin’in kurumsal yapısı çok farklı. Bu sebeple sadece ‘emlak yatırımlarının ekonomi içindeki payı’ ve ‘emlak fiyatları’ gibi göstergelere bakıp kurumsal yapıyı dikkate almamak yanıltıcı olabilir. Neyse, bence siz Rogoff’un yazısına bir göz atın. Sonra bu konuları konuşuruz :)
Çin ve iktisadi büyüme ile ilgileniyorsanız, şuna da bakın: Daron Acemoğlu, Project Syndicate’deki yazısında Çin’in tepeden tırnağa çürüdüğünü yazıyor.
“Nobel İktisat Ödülü Saçmalığı”
Dünya gazetesinden Osman Arolat, Nobel Ekonomi Ödülü’nden şikayet etmiş. Bu işin laçkası çıktı diyerek veryansın etmiş. Ama aynı zamanda da bir itirafta bulmuş. Şöyle demiş:
“Diğer 2 iktisatçı Diamond ve Pybug ise teorik iktisatçılar. Açıkçası onları ben de ilk kez duydum.”
Önce isimleri netleştirelim, bu sene Nobel Ekonomi ödülünü alanlar: Ben S. Bernanke, Douglas W. Diamond ve Philip H. Dybvig.
Bernanke’yi bütün dünya tanıyor. Tabii diğer iki iktisatçıyı, yani Diamond ve Dybvig’i herkes tanımıyor ama bu ikilinin modeli (Diamond-Dybvig modeli) hemen her üniversitedeki iktisat derslerinde anlatılır, okutulur, sınavlarda sorulur.
Yazıdan Osman Arolat’ın neye sinirlendiği pek anlaşılmıyor aslında. Keşke Refet Gürkaynak hocamızın Bilkent’te yaptığı “2022 İktisat Nobeli” dersini izleseydi. Refet hoca, Nobel İktisat ödülünün neden bu üç kişiye verildiğini güzelce anlatıyor.
İzlemek isterseniz, Refet hocanın dersi aşağıda:
Refet hoca bu seneki Nobel iktisat ödülünü anlattığı bir yazı da yazdı. Okumanızı tavsiye ederim. “2022 İktisat Nobeli: Bankalar ve patolojileri”
Bir Perdelik Kumaş Macerası
Geçen hafta Resmi Gazete’de iktisatçılar için soap opera gibi bir tebliğ yayınlandı. Tebliğ, ithalatta haksız rekabetin önlenmesi ile ilgili. Hikayenin kahramanları Çin Halk Cumhuriyeti ve Türkiye’deki döşemelik ve perdelik mensucat üreticileri, yani tekstilciler. Neymiş diye bir bakayım dedim, Resmi Gazete’de yayınlanan tebliğler içinde kayboldum.
Bir tebliğ açıyorum. Açtığım tebliğ başka bir tebliğ hakkındaki bir tebliğmiş. O tebliğe gidiyorum. Bir de ne göreyim? O da başka bir tebliğ ile ilgili. Açtıkça ilgili başka bir tebliğ çıkıyor. Zamanda sevimsiz bir yolculuk. Tabii bu tebliğler, yönetmeliklerle alakalı. Yönetmeliği arıyorum. Bulduğum şeyin başlığı ‘Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’ gibi bir şey. Yönetmeliklerde değişlik yapan pek çok yönetmelik var. Bunlar orijinal yönetmeliği çeşitli şekillerde değiştiriyorlar. Hiçbir şey anlaşılmasın, normal vatandaş anlamasın diye sanki özel çaba gösterilmiş.
Neyse, görebildiğim kadarıyla olaylar 2010 yılına başlamış. O zaman, Çin menşeli bazı tekstil ürünleri ithalinde dampinge karşı önlem yürürlüğe konulmuş. O günden beri belirli aralıklarla bu karar gözden geçirilip, önlemin devam etmesine karar verilmiş. İşte bu son tebliğ de önlemin güncellenip devam etmesi ile ilgili.
İşte piyasa böyle işliyor. Biz dükkandan gidip perde veyahut döşemelik kumaş alırken, üreticilerin — bazen hayatta kalabilmek, bazen de bize ürünlerini daha pahalıya satabilmek için — ne tür bürokratik mücadeleler verdiğini bilmiyoruz. Tüketiciler bunları bilmediği için, bu mücadeleler, yönetmelikler ve tebliğler nedeniyle hangi ürünleri olması gerektiğinden pahalıya aldığını bilemiyor. Ben yarım saat harcadım ama hala bütün bilgilere ulaşmış değilim. Bu tekstilciler bize yıllardır pahalı perdelik kumaş mı satıyorlar? Henüz bilemiyorum. Ama perdelik kumaşın boyu önemliymiş, onu öğrendim.
Bitirirken…
Geçen hafta İktisat Nedir?’in Yönetici Özeti bülteninde yayınlanan notlardan seçmeler okudunuz.
Yönetici Özeti başlıklı bültenler İktisat Nedir?’e yeni eklendi. Bu bültenleri yayınlandıkları anda e-posta olarak almak için Yönetici Özeti’ne abone olabilirsiniz. İsterseniz bu haftaki Yönetici Özeti bölümlerini şu sayfada inceleyebilirsiniz: https://iktisatnedir.substack.com/s/yonetici-ozeti
Yönetici Özeti, zamanı olmayanlar için abonelik gerektiren bir bülten olmayı amaçlıyor. Bu projeye destek vermek istiyorsanız lütfen Yönetici Özeti’ne ayrıca abone olun ve böyle bir bültende neler görmek isteyeceğiniz bana yazın.
Yönetici Özeti’ne abone olmak için:
Şu bağlantıyı ziyaret edin https://iktisatnedir.substack.com/s/yonetici-ozeti ve sayfadaki “abone ol” (Subscribe) düğmesine tıklayın.
Ya da, Substack hesabınıza gidip, Yönetici Özeti’ni abone olduğunuz bültenler arasına ekleyin.
Teşekkürler.