Merhaba,
İktisat Nedir? | Bülten‘e abone olduğunuz için teşekkürler.
Hatırlatayım, bültenimiz düzensiz olarak yayınlanıyor. Ne zaman yazılacağını ve gönderileceğini ben bile bilmiyorum :) Bültenin amacı arada bir -- ama tercihen en çok ihtiyaç duyduğunuz anda -- sizi gündemin fokurdayan ve çok çılgın tenceresinden çekip çıkarmak, soğuk bir duşa iteklemek ve derin bir nefes almanızı sağlamak.
Bu sayıda, iktisadi büyüme ile ilgili üç yeni kitap ve iki makale paylaşacağım. İlginizi çekeceğini umuyorum.
Başlamadan bu haftaki tencereyi bir hatırlayalım. Enflasyon son 24 yılın zirvesine çıktı. Akkuyu Nükleer A.Ş.'nin büyük ortağı ROSATOM (Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu) IC İçtaş İnşaat AŞ ile sözleşmesini feshetti. Enerji Bakanlığı devreye girdi. Erdoğan ve Putin Soçi'de buluştu. Türkiye doğal gaz ticaretinde Rusya'ya (kısmen) ruble ile ödeme yapmayı kabul etti. Erdoğan, ruble ile alışverişin faydalarını anlattı. Öte taraftan, Financial Times, Batı'nın Türkiye-Rusya arasındaki yakınlaşması konusundaki endişelerini haber yaptı. İngiltere'den son 27 yılın en büyük faiz artşı geldi. ODTÜ’lü öğrenciler kendi mezuniyet törenlerini kendileri yaptı ve törende "not ortalamamızı TÜİK hesaplasın" gibi süper pankartlar taşıdırlar.
Gelin isterseniz biz derin bir nefes alıp bu gündemden biraz uzaklaşalım.
İyi okumalar!
İktisadi Büyüme ile ilgili Kitap Önerileri
Yaz bitiyor gerçi ama ben yine de kendim için yaptığım yaz okuma listesinden üç kitap paylaşmak istiyorum.
Dünya Nasıl Zengin Oldu?
Listedeki ilk kitap, Mark Koyama ve Jared Rubin'in "How the World Became Rich" başlıklı kitabı. Bu kitap "neden bazı ülkeler zenginken diğerleri değil?" sorusuyla ilgili iktisat teorilerini ve iktisatçıların bu soruya verdiği cevapları özetliyor. Ben şöyle bir göz gezdirdim ve güzel bir kitap olduğuna kanaat getirdim; listeye ekledim. Bana inanmıyorsanız, Joel Mokyr'ın değerlendirmesini ya da Vox'daki şu söyleşiyi okuyabilirsiniz.
Bu kitabın Türkçe çevirisi yapılırsa, iktisat eğitimi için faydalı olur. Türkçe eğitim veren üniversitelerde de iktisadi büyüme derslerinde kullanılabilir.
İnsanlığın yolculuğu
Listedeki ikinci kitabın yazarı, Oded Galor. Kendisi, bütünleşik büyüme teorisi olarak adlandırdığı teorinin yaratıcısı. İktisadi büyüme dersi alanlar hatırlar, Malthus'un büyüme "model"i insanlık tarihinin büyük bir kısmını açıklar ama 1800'lerden sonra çuvallar (bakınız aşağıdaki grafik). Neden? Malthus, teknolojik gelişmenin olası etkilerini dikkate almamıştır. Hatta belki de daha doğrusu, modern iktisadi büyümenin nasıl bir şey olacağını hayal bile edememiştir. Neyse, modern iktisat teorilerinin hemen hepsi işte Malthus'un hayal bile edemediği bu çılgın iktisadi büyümeyi açıklamaya odaklanıyor: teknoloji, insan sermayesi, yenilikler vb. temel açıklayıcı değişkenler olarak ortaya çıkıyor. Galor'un bütünleşik büyüme teorisinin iddiası sadece modern iktisadi büyümeyi değil, Malthusgil dönemi de kapsayacak şekilde insanlık tarihi boyunca iktisadi büyümeyi (ve gelir eşitsizliklerini) açıklamak.
Oded Galor'un makaleleriyle, Aykut (Kibritçioğlu) hoca sayesinde, Mülkiye'de İktisadi Büyüme dersi verirken tanışmıştım. Daha sonra Galor'un çalışmalarını pek takip etmedim doğrusu. Yeni çıkan kitabının isminden anlaşıldığı üzere, Galor bütünleşik büyüme teorisinin bütün insanlık tarihini açıklama iddasını sürdürüyor: The Journey of Humanity: The Origins of Wealth and Inequality. Biraz daha zorlasa, kitaba "dünya gaz ve toz bulutuyken..." diye başlayacakmış ama o kadar abartmamış; kitaba insanlığın ortaya çıkışı ile başlamış!
Ben böyle büyük hikayeleri seviyorum. Tamam, bu kadar büyük hikayeleri anlatanlar, genelde detaylarda pek çok hata yapıyor ama olsun. Büyük hikayenin verdiği çerçeve ve bakış açısı da değerli. İşte Galor'un bu kitabını bu sebeple listeye ekledim. İktisadi büyüme ile ilgili böyle büyük hikayeleri seviyorsanız (Acemoğlu kitaplarını okuduysanız, seviyor olabilirsiniz), bu kitabı siz de okumak isteyebilirsiniz.
Ütopyaya doğru tembelce ve tereddütle emeklemek!
Listedeki üçüncü kitap henüz yayınlanmadı. Kitabın ismi: Slouching Towards Utopia: An Economic History of the Twentieth Century. Kitabın yazarı, internette yıllardır takip ettiğim iktisatçılardan biri olan Bradford DeLong. Eskiden DeLong'un blogunu takip ederdim, şimdi ise Substack bültenine aboneyim. Size de tavsiye ederim.
Neyse kitaba dönelim. Büyük bir şans eseri, Bradford DeLong bana kitabın taslağını gönderdiği için henüz yayınlanmamış olan bu kitaba göz atma fırsatı buldum. DeLong, yukarıda paylaştığım grafikteki modern büyüme hikayesine odaklanıyor ve 1870-2010 döneminin tarihini anlatıyor.
Modern iktisadi büyümenin öncesinde yaşayan atalarımız bugün dünyanın ne kadar zengin olduğunu görmüş olsa, bizim bu zenginlikle bir ütopya inşa ettiğimizi düşünürlerdi. Böyle diyor DeLong. Düşünürseniz, atalarımızın hayal edemeyeceği bir zenginlik içinde yaşıyoruz. Peki biz bu zenginlikle ne yaptık? Hala savaşlarla, eşitsizliklerle ve binbir tür adaletsizlik ile yaşıyoruz. Zenginliği bu sorunlar için kullanmışız gibi görünmüyor. Zenginlik bize ütopyayı getirmedi. İşte DeLong, Slouching Towards Utopia'da bize, 1870 sonrası akılalmaz zenginleşmeyi ve bu zenginleşmenin dünyayı neden hayal ettiğimiz şekilde değiştirmediğini anlatıyor. Bütün bunları çok akıcı bir dille yapıyor. Kitabı okurken bir sürü şey öğreneceğinize garanti verebilirim. Slouching Towards Utopia'ı okuma listenize ekleyin derim.
Diğer bağlantılar
İktisadi Büyüme ve Vergiler
Vergilerin ve özellikle de vergi indirimlerinin iktisadi büyüme üstündeki etkisi iktisattaki tartışmalı konulardan biri. Siyatçiler vergi indirimiyle iktisadi büyüme sağlayacaklarını sık sık dile getiriyor. Seçim öncesi dönemlerde bu konu ABD ve İngiltere gibi ülkelerde sık sık tartışılıyor. Bu konudaki popüler bir argüman, yüksek vergilerin yatırım müşevviğini etkileyeceği ve uzun dönemde yatırımları ve iktisadi büyümeyi azaltacağını söylüyor. Yine aynı argümana göre vergi indirimleri yatırım müşevviklerini arttırıyor ve bu yolla iktisadi büyümeyi arttırıyor. Buna karşı olan argüman ise vergi indirimlerinin zengilleri kolladığını, iktisadi eşitsizliği arttıracağını ve iktisadi büyümeye katkı yapacağının da şüpheli olduğunu söylüyor. Herhangi bir makalenin bu tartışmaları hemen sonlandırması zor çünkü vergi indiriminin etkilerini izole edip, büyüme, işsizlik ve eşitsizlik üstüneki etkilerini net bir şekilde göstermek oldukça zor. Ama biz yine de geçenlerde yayınlanan bir makaleye bakalım.
Socio-Economic Review dergisinde yayınlanan, David Hope ve Julian Limberg (King's College) imzalı "The economic consequences of major tax cuts for the rich" başlıklı makale zenginler için yapılan vergi indirimlerinin hem kısa hem de orta vadede gelir eşitsizliğini arttırdığını ve buna karşın iktisadi büyüme ve işsizlik üstünde kayda değer bir etkisinin olmadığını söylüyor. Makale Thomas Piketty'nin argümanını destekliyor: yüksek gelirlilere yapılan vergi indirimleri, zenginleri kendi getirilerini arttırmak için heveslendiriyor ama düşük gelirlileri olumsuz bir biçimde etkiliyor.
Ama dediğim gibi, bu makalenin tartışmayı sonlandırmasını beklemeyin. Tartışma sürecek çünkü vergi indirimlerini destekleyen iktisatçıların bir argümanı da şu: kısa ve orta vadede büyüme üstünde bir etki görmeyebilirsin ama vergi indirimleri büyümeyi azcık da arttırıyor olsa, uzun dönemde bunun hayat standartları üstünde birikimli pozitif etkisi büyük olur.
Bu tartışmanın süreceğini böylece not etmiş olduk. Şimdi başka bir makaleye bakalım.
Hemen herkes teknolojik ilerleme ve yeniliklerin (inovasyon diye de bilinir) iktisadi büyümenin marş motoru olduğu konusunda hemfikir. Hemen her gün duyduğumuz "katma değerli ürünlere ve yatırıma odaklanmalıyız" gibi lafların kaynağı bu. Teknolojik ilerleme olmadan bir yere kadar gidilebiliyor. Teknolojik ilerleme için de yenilik lazım, eğitimli bir nüfus lazım. İktisatçıların gözünden bakınca, eğitimli veya ekonominin ihtiyacı olan yetilerle donanmış insanları, üretimde kullanılan makine, techizat gibi şeyler gibi görmek mümkün. İktisatta üretimde kullanılan bu makine ve türevi şeylere fiziki sermaye deniyor. Aynı mantıkla, bir de insan sermayesinden bahsetmek mümkün. Paul Romer'in mehşur "Endogenous Technological Change" makalesinden beri, insan sermayesi stoğunun iktisadi büyüme haddinin temel belirleyicilerinden biri olduğunu biliyoruz. Eğer insan sermayesi stoğu ve iktisadi büyüme yakından ilişkiliyse (ki ilişkili) o zaman vergilerin bu ilişkiyi de etkilemesi muhtemeldir. Bu konunun uzmanlarından biri Ufuk Akcigit hocamız. Diğer akademisyenlerle birlikte, 2021 yılında yayınladığı makalede, yüksek vergilerin yenilik miktarını ve yeniliklerin lokasyonunu etkilediğini gösteriyor. Şimdi benim paylaşacağım makale de bununla ilgili.
Vergilerin insan sermayesine, yeniliklere ve iktisadi büyümeye nasıl etki ettiğini gösteren pekçok ampirik çalışma olsa da teorik olarak vergiler ve insan sermayesine yatırım müşevviğini ilişkilendiren ve iktisadi büyüme mekanizmasını gösteren pek fazla makale yoktu (en azından ben bilmiyorum). International Journal of Economic Theory'de yayınlanan bir makale ("Human capitali innovation, and growth") bu açığı kapattığını iddia ediyor; içsel bir büyüme modeli ile teorik olarak verginin insan sermayesine yatırımı nasıl etkilediğini gösteriyor. Model, insan sermayesi üstündeki vergilerin, insan sermayesi birikimi üstünde negatif bir etkisi olduğunu gösteriyor. Şöyle düşünün, yıllarca okula ve eğitime yatırım yapıyorsunuz ve bir gelir elde etmeyi bekliyorsunuz. Eğer artan vergiler, iyi eğitimden elde etmeyi beklediğiniz getiriyi azaltıyorsa bu doğrudan eğitim alma ve kendinize yatırım yapma müşevviğinizi olumsuz yönde etkiliyor. Sonuç? Daha az eğitim, daha az araştırmacı ve daha yavaş büyüme. Bunun teorik bir modelin sonucu olduğunu tekrar vurgulayayım. Gerçek dünya çok daha karmaşık. Dolayısıyla vergilerin insan sermayesi üstündeki etkisi üstünde bu kadar net konuşmak daha zor. Dani Rodrik'in dediği gibi, iktisattaki pek çok sorunun cevabı "koşullara bağlı"dır. "Vergi indirimleri iktisadi büyümeyi arttırır mı?" sorusunun cevabı da detaylara ve koşullara bağlı. Ama bu tür iktisat modelleri, o koşulların neler olduğunu anlamamıza yardım ediyor.
Rusya!
Rusya konusu gündemdeyken paylaşmakta fayda var: Güven Sak, geçenlerde "Rusya'ya dokunan yanar" diye yazmıştı. Belki okumak istersiniz. Güven hoca, şöyle diyor:
"Doğrusu ben ekonomik olarak bakıldığında şimdilik halen Rusya’ya dokunanın yanacağı bir sürecin içinde olduğumuzu düşünüyorum. Doğrusu ya, bunun doğrudan doğruya yaptırımlarla da alakası yok. Eski Sovyet coğrafyasında, Rus değer zincirlerine bağlı kalan, Batılı değer zincirlerine bağlanamayan, kendini yenileyemeyen ülkeler hep uluslararası rekabet gücü kaybına uğradılar."
Ve şu grafiği paylaşıyor:
Ana fikir:
"Eski Sovyet coğrafyasında ülkeleri ikiye ayırmak mümkün, Batılı değer zincirlerine bağlananlar ve Rus değer zincirlerine bağlı kalanlar. Resim ortada. İlk grupta yer alan ülkelerin uluslararası rekabet gücü arttı. Rus değer zincirlerine bağlı kalanlar ise özellikle yandılar, uluslararası rekabet güçleri geriledi."
İçinizdeki gündem bağımlısı için konuyla ilgili bir köşe yazısı daha paylaşayım. Emrah Lafçı, Dünya gazetesindeki yazısında, "Rusya-Batı ticareti Türkiye üzerinden mi dönüyor?" diye soruyor. Belki okumak istersiniz.
Davranışsal Kamu Politikası
Gelir İdaresi Başkanlığı'nın vatandaşı Dürtme (Nudge) girişimine Ekşi Sözlük'ten gelen tepkiler elbette ilginizi çekecektir. (Twitter'da Sefa Erkuş paylaştı.)
Finlandiya'da iktisatçı olmak
Mahfi Eğilmez, "Türkiye: Ekonomi Laboratuvarı" başlıklı son yazısında şöyle demiş:
Bazen ‘Finlandiya’da iktisatçı olsaydım ne yapardım’ diye düşünürüm. Sıkıntıdan patlardım herhalde. Ayda bir açıklanacak enflasyon verisi ya da işsizlik verisi, üç ayda bir açıklanacak büyüme verisini beklerdim. Her hafta yazacak bir konu bulamaz, ülkeyi bırakır dünyaya bakardım herhalde. Türkiye’de bazen günde üç yazı yazacak malzeme çıkıyor.
Haklı, Finlandiya'da gündem Türkiye'deki kadar yoğun değil. Türkiye'de ise gündem yoğun ama temel konular hiç değişmiyor. Mesela, yıllardır faiz enflasyon ilişkisini konuşup duruyoruz. Gündem farklı ama konu hep aynı olunca, iktisatçılar değişik bağlamlarda aynı şeyleri söylemek ve söylediklerini sık sık tekrar etmek zorunda kalıyorlar. Bu açıdan bakınca belki de Türkiye'de iktisatçı olmak daha sıkıcıdır.
Bitirirken...
Okuduğunuz için teşekkürler.
İyi pazarlar.
Sevgiler,
N. Emrah Aydınonat