Uzun bir aradan sonra, merhaba!
Umarım İktisat Nedir? | Bülten’i özlemişsinizdir!
Başlamadan önce şunu not edeyim. Eskiden bülteni haftalık olarak yayınlamaya çalışıyordum ama işler güçler nedeniyle bunu yapmak çok zor oluyordu. Zaten bu sebeple uzun bir ara vermek zorunda kaldım. Artık bülteni düzenli olarak yayınlamaktan vazgeçtim (insan kendini bilmeli!). Bundan sonra, haftada birkaç bülten de gelebilir, senede bir iki bülten de. Göreceğiz :) Bazı bültenler, bugünkü bülten gibi, tek bir konuya odaklanacak. Diğerleri ise eskiden olduğu gibi ilginç bağlantılar içerecek.
Artık başlayalım:
Nadir görülen bir olay!
29 Temmuz 2022 tarihinde bir tesadüf eseri, İstanbul Sanayi Odası (İSO) Meclisi olağan toplantısının son kısmını izledim. Normalde böyle şeylere iki dakika bakıp, kapatırım. Ama bu sefer öyle olmadı.
Şöyle bir Twitter’a bakayım demiştim ki, Dünya Gazetesi’nin “Kavcıoğlu, İSO toplantısında açıklamalar yapıyor” haberi önüme düştü. Yayını açtığımda Kavcıoğlu’nun açıklaması çoktan bitmişti ve İSO Meclisi Başkanı, üyelere söz veriyordu. “İş insanları ne diyecek bakalım?” diye düşünerek, bekledim.
İlk söz alan iş insanı, sunuşuna şöyle başladı:
“Şimdi çok rakamlar var, ben rakamlara girmeyeceğim. Hikâyeler bazen daha güzel anlatıyor.”
Ve kendi hikâyesini anlatmaya başladı. Hikâyesi iktisadi konulara bağlandı. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla ile ilgili bir slayt gösterdikten sonra dedi ki,
“Ben konutla inşaatı, karbonhidrat ile büyümeye benzetiyorum. Tarım-sanayi yatırımları ve ihracatı da proteinle büyümeye benzetiyorum. Kas yapıyor!”
Devam etti:
“Türkiye’nin döviz ihtiyacı var. Döviz problemimiz var. Bu dövizi elde etmenin yolu nedir? Katma değerli ürün yapıp ihraç etmek. Bir başka yolu yok. Ha başka yollar bulunuyor … ama bunlar geçici çözümler.”
Sunuşu yapan beyefendi iktisatçı değildi, mühendisti. Ama makro iktisadi kavramlar ve ilişkiler üzerine düşünmüştü. Kendi iktisat teorisini anlatıyordu. “İktisat Nedir?” diye bir kitap yazmış ve “Hayatın içindeki İktisat” diye bir kitabın editörlüğünü yapmış biri olarak, bunlar benim ilgimi çeken konular. İş insanları, böyle ilginç metaforlarla iktisadi büyümeye ve kalkınmaya nasıl baktıklarını açıklamaya başlayınca, ekrana kilitlendim.
Ben, Türkiye’deki iş insanlarının iktisadi ilişkilere nasıl baktığını anlamak için yayını izlemeye koyuldum ama fark ettim ki iş insanları üstü kapalı bir biçimde Merkez Bankası’nı ve ekonomi politikasını eleştiriyorlar. Daha da önemlisi, bunu çok büyük bir özenle yapıyorlar. Her lafa, “sayın başkanım” diye başlıyor fırsat bulunca “yaptıklarınız için minnettarız” gibi şeyler diyorlar. Kavcıoğlu’na saygıda kusur etmiyorlar. Doğrudan ekonomi politikasını eleştiriyorlarmış gibi anlaşılmasın diye şekilden şekle giriyorlar.
Tabii bu kısmen anlaşılır bir şey. Ekonomi yönetimiyle veya Merkez Bankası başkanı ile bir çatışma içine girerlerse işleri zarar görecek. Sonuçta bunlar iş insanı, kâr etmek için iş yapıyorlar. Amaçları vatana ve millete hizmet etmek değil. Dünkü toplantıda öyle olduğunu ima edenler vardı ama biz Adam Smith’ten beri biliyoruz ki, misal kapı kilidi üreten bir firmanın sahibi, benim iyiliğimi düşündüğü için kapı kilidi üretmiyor. Para kazanmak için üretiyor. Ben ve bütün toplum bir şekilde bu firmanın sahibinin para kazanmak için kurduğu bu işten fayda sağlıyoruz (bazen zarar da görüyoruz ama o başka bir yazının konusu). Piyasa mekanizmasının bin tane derdi olabilir ama önemli bir güzelliği bu. Ekmek almaya gittiğiniz fırıncının sizi sevmesi veya tanıması gerekmiyor, para kazanmayı amaçlaması yeterli. Adam Smith’in dediği gibi:
“Yemeğimizi kasabın, biracının ya da fırıncının yardımseverliği sayesinde değil, onların kendi çıkarlarını gözetmeleri sonucunda elde ederiz.” (Smith, 1776, Milletlerin Zenginliği, Kitap 1, Bölüm 2)
Normal şartlar altında, amacı kâr etmek olan firmaların, ekonomi politikasını ve Merkez Bankası’nı doğrundan ve daha hararetli bir biçimde eleştirmesini bekleyebilirdik. Ama normal şartlar altında olduğumuz söylenemez. Sonuçta, Türkiye’de ekonomi politikasını veya başka bir politikayı eleştirmek oldukça riskli. Asıl sorunumuz da bu. İş insanlarının, kendi işlerini (ve tabii ki memleketin geri kalanını) etkileyen politikaları doğrudan eleştirmekten çekindiği bir ortamda o politikaların düzeltilmesi ihtimali de oldukça düşük oluyor.
Biz yine de iş insanları dertlerini nasıl dile getirdiğine bakalım. TOBB başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, İSO toplantısından bir gün önce, Twitter’da şöyle yazmıştı:
“Banka kredilerine ulaşmak zorlaştı. Türkiye’nin her il ve ilçesinden bankalara yönelik şikayetler artıyor. Firmaların kredi talepleri karşılanmıyor veya çok yüksek maliyetler çıkarılıyor. Üretim, istihdam, yatırım için bankaları daha duyarlı ve yapıcı olmaya davet ediyorum.” (Twitter, 28 Temmuz 2022)
Dikkat ederseniz, Rifat bey ekonomi politikasından şikayet etmiyor, bankalardan şikayet ediyor. Benzer bir mantıkla biz de şöyle bir şey söyleyebiliriz:
“Piyasada ürün ve hizmetlere ulaşmak zorlaştı. Tüketicilerin ürün talepleri karşılanmıyor veya çok yüksek fiyatlar çıkarılıyor. Tüketim, halk sağlığı ve toplumun refahı için firmaları daha duyarlı ve yapıcı olmaya davet ediyorum.”
Rifat bey, enflasyondan (sadece) firmaları sorumlu gören bu yaklaşımı muhtemelen yanlış buluyordur. Enflasyonla mücadele için firmaların zararına satış yapmasını istemenin saçma olduğunu da düşüyordur, muhtemelen. Bankalardan şikâyet ederken aynı hatalara düşüyor olması ilginç.
Ortada büyük bir sorun var: yüksek enflasyon! Ekonomi yönetimi, enflasyonla mücadele için iktisat teorisinin söylediği şeyleri yapmıyor. Yeni ekonomi politikası adı altında binbir çeşit dolaylı ve çetrefilli önlem alıyor. Ekonomide olup bitenlerin çoğu, ekonomi politikasının sonucu ama Rifat bey, “ekonomi politikasında şu sorun var” demiyor, “bankalar bize ucuza kredi vermiyor” diyor! İSO toplantısındaki iş insanları da aynısını yaptı. İsyan ediyorlar ama tam olarak neye isyan ettiklerini söylemekten çekiniyorlar. Söylediklerine göre ucuza kredi bulamıyorlarmış. Bankalar vermiyormuş. Yetkililere seslenip, “şu bankalara bir şey söyler misiniz yaa!” diyorlar.
Düşünürseniz, bankalar da tıpkı bu iş insanlarının sahip olduğu firmalar gibi para kazanmak için iş yapıyorlar. Düşük faiz politikasına rağmen düşük faizle ucuza kredi vermiyorlarsa, herhalde iktisadi bir nedeni vardır. Bu neden de muhtemelen yüksek enflasyon ile ilişkilidir! Burada çözüm, yetkililere bankaları ucuza kredi vermeye zorlama çağrısı yapmak değil; yetkilileri enflasyonla etkili bir şekilde mücadele etmeye davet etmek. Ama görünen o ki Rifat bey (TOBB) ve İSO meclis üyeleri bunu doğrudan söylemeye çekiniyor.
Asıl sorun ortaya koyulmadığı için, tartışma da bir sonuca ulaşmıyor. Dün, İSO toplantısında iş insanları, Merkez Bankası’nı eleştirmeden, bankalardan şikâyet etme yöntemiyle, Merkez Bankası politikasındaki sorunlara işaret etmeye çalıştılar. Sonuç: Kavcıoğlu’ndan bir ton laf işittiler.
Kavcıoğlu, bizi eleştiriyorsunuz, bize haksızlık ediyorsunuz ama biz sizin için elimizden geleni yapıyoruz dedi. İş insanları, kredi bulamadıkları konusunda ısrarcı olunca, Kavcıoğlu şu argümanlarla asıl konuların tartışılmasının önüne geçti:
Kredi bulunamıyor diye bir şey yok, şu kadar kredi verilmiş, elimde listesi var.
Ucuza kredi alıp, aldığı krediyle döviz alan firmalar var. Elimizde tek tek listesi var, takip ediyoruz, isterseniz paylaşırım.
Firmalar kredi alıyor sonra stokçuluk yapıyor. Bunların da elimizde listesi var.
“Elimde listesi var” sopasına rağmen, iş insanları ucuza kredi bulamadıklarını tekrar ettikçe, ortam gerildi. Bir noktada Kavcıoğlu, “sanayiciler de yarından itibaren stoklarını satacak, dövizlerini bozduracak!” gibi bir şey söyledi. Bunlar, piyasa ekonomilerinde pek duyulan sözler değil!
Gerilime rağmen iş insanları durumu anlatmaya çalıştılar. İthalat ve ihracat yapan firmalar için döviz almanın neden gerekli olabileceğini anlatmaya çalıştılar. Burada da asıl sorun olan enflasyondan bahsetmekten yine itinayla kaçındılar. Ama en çok stokçuluk suçlamasına bozuldular. İşleri gereği, üretimin sürekliliğini sağlamak için veya lojistik operasyonları sürdürebilmek için stok yapmanın gerekli olduğunu anlatmaya çalıştılar. Ama Kavcıoğlu, "kredi alıp döviz alınıyor" ve "stokçuluk yapan var" argümanlarını sürdürdü.
Özetle, Kavcıoğlu iş insanlarına dedi ki, siz kredi alıp döviz alırsanız veya stokçuluk yaparsanız ben nasıl enflasyonla mücadele edeceğim?
Buna karşılık hiç kimse, açık bir şekilde “belki de enflasyonla mücadele etme yönteminizde bir sorun vardır” demedi. Bu açık bir şekilde dile getirilmediği için de enflasyon ve genel olarak ekonomi politikası tartışılmadan konu kapandı.
Asıl konu tartışılmadığı için, toplantıda Kavcıoğlu’nun firmalara yaptığı öneriler şunlar oldu: (i) bankalardan yüksek faizle kredi almayın, kredi alamayan bana gelsin; (iii) kredi alıp döviz almayın; ve (iv) stokçuluk yapmayın. Kavcıoğlu’na göre ekonomi politikasının önündeki önemli engeller bunlar!
İş insanları, sorunlarını doğrudan değil de dolaylı bir biçimde dile getirerek ne elde ettiler? Sadece birkaç nasihat! O kadar!
Uğur Gürses, toplantıyla ilgili Twitter paylaşımında şöyle dedi:
“İstanbul Sanayi Odası’nda yönetim ve Merkez Bankası Başkanı arasındaki bugünkü konuşmalar, her iki kesim için bir trajedi. Ayrıca, iktisat fakültelerinde ‘ibreti alem babından’ ‘örnek olay’ olarak okutulmalı, izletilmeli.” (Twitter, 29 Temmuz 2022)
Benim görebildiğim kadarıyla trajedi, iş dünyası ve ekonomi yönetiminin oturup açık açık sorunları konuşamaması; bunu mümkün kılacak bir ortamın olmaması. İktisatçılar boşuna "kurumsal yapı önemlidir" falan deyip durmuyor. İSO toplantısının da gösterdiği gibi, sorunlar açık bir şekilde tartışılmayınca ve siyasi kurumlar da bu tartışmayı mümkün kılacak bir ortam yaratmayınca, ortaya çözüm de çıkmıyor; sadece iktisatçılar için soap opera gibi bir şey çıkıyor.
Her şeye rağmen, 29 Temmuz İSO toplantısındaki tartışma nadir gerçekleşen bir olaydı. Tarışmanın nereye evrileceğini merakla izliyor olacağım. Şimdilik bu konuda diyeceklerim bu kadar.
Bitirirken...
Okuduğunuz için teşekkürler.
Güzel bir haftasonu geçirmeniz dileğiyle.
Sevgiler,
N. Emrah Aydınonat