Merhaba,
İktisat Nedir? | Bülten‘in bu haftaki sayısında dillere destan sözde tam kapanma düzenlemesi var. Haftanın bağlantılarında ilginizi çekecek bir şeyler bulacağınızı umuyorum.
İyi okumalar!
Toplam okuma süresi: 12 -14 dakika
Hayatın İçindeki İktisat
Tam kapanma
Geçen haftayı nasıl hatırlayacağız?
Alkol yasağı ile hatırlayabiliriz.
Hemen kapanma öncesinde milletin tatil yerlerine akın etmesi ile hatırlayabiliriz.
Hükümetin yaptığı çek düzenlemesi ile ticari ödemeleri bloke edip sonra da ticaret bakanlığının yasa metnini dikkate almayın olayın ruhunu dikkate alın diye açıklama yaparak kanun metnine basın açıklaması ile düzeltme yapması ile hatırlayabiliriz.
Ya da TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun önce çek düzenlemesi için Cumhurbaşkanı'na teşekkür edip, sonra çeklerin tahsil edilemediğini söyleyip bu konunun çözümünü talep etmesi ile hatırlayabiliriz.
Seyahat izinleri düzenlemesinden az biraz sonra düzenlemeyi netleştirmek için ek genelge hazırlanması ile hatırlayabiliriz.
Tam kapanma döneminin ilk gününde trafikte yoğunluk yaşanması ile hatırlayabiliriz.
Dar gelirlilere yeterince destek sağlanmadan kapanmaya gidilmesi ile hatırlayabiliriz.
Listeyi uzatabiliriz. Çok fazla seçenek var.
Denizi ve Datça'yı çok özlediğim için, ben geçen haftayı, Cumhuriyet gazetesinde çıkan şu haber ile hatırlayacağım:
"Datça'da denize giren 17 kişi hakkında kısıtlamaları ihlalden tutanak tutuldu. Bu kişilerden Melih B., “Az ileride denize girenleri görünce, ben de denize girip yüzdüm. Meğer onlar turistmiş" dedi."
Türkiye'deki bir arkadaşımdan havadislerini de aldım. Millet sokağa çıkmak için bin türlü cinlik bulmuş. Çantaya market torbası atıp fıldır fıldır sokakta dolaşılıyormuş. Buna karşılık cinlik yapmayı düşünmeyenler sağlıkları için parkta tek başlarına yürüyüş yapamıyormuş. Yani sizin anlayacağınız, riski düşük aktiviteleri yapanların sayısı azalmış ama (arkadaşlarla Migros'ta buluşmak gibi) yeni riskli aktiviteler ortaya çıkmış. Görünen o ki, kamu otoritesi hala marjinde düşünmeyi öğrenememiş, yasakları düzenlerken risk ve faydayı değil başka şeyleri dikkate almış. Mesela, marketeki alkol reyonunun riski peynir reyonundan daha yüksek değil ama büyüklerimiz alkol reyonunu kapatırken peynir reyonunu açık tutmuş. Hatta yasağı savunurken Fransa ve İngiltere'de bulaş riski çok yüksek olan barların kapatılmasını örnek vermiş. Görünen o ki, konu bulaş riski değil, başka bir şey. Her neyse, zaten tam kapanma muafiyet listesine bakarsanız, hem tam kapanmanın tam kapanma olmadığını, hem de muafiyetlerin her zaman fayda-risk dikkate alınarak verilmediğini göreceksiniz.
Geçen hafta yaşadığımız bu şeylerin suyunu çıkara çıkara sayfalarca yazabilirim aslında ama yapmayacağım. Şanslısınız 🙂 Sonuçta bu iktisat ile ilgili bir bülten. Öyleyse olaya iktisadi açıdan bakalım.
Sosyal bilimlerde ve felsefede İskoç aydınlanmasından bu yana bilinen ve çeşitli isimlerle anılan bir kavram var: amaçlanmayan sonuçlar ("unintended consequences"). Bireylerin ve kurumların eylemlerinin türlü çeşit amaçlanmayan sonucu olabilir. Mesela sinek avlamaya çalışırken vazoyu kırarsanız, bu, amaçlamadığınız bir sonuçtur ama sizin bu türden beceriksizlikleriniz sosyal bilimcileri çok fazla ilgilendirmez. Sosyal bilimler ve iktisat açısından, iki tip amaçlanmayan sonuç önemlidir.
Birincisi, "görünmez el" olarak bildiğiniz mekanizma ile ilgilidir. Bireyler gündelik işleriyle meşgul olurken ve kendi kişisel amaçları peşinden koşarken, hiç amaçlamadıkları sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilirler. Her gün aldığımız basit ve gündelik iktisadi kararlar (misal, "üç kilo domates alayım"), diğer bireylerin benzer kararları ile bir araya gelince amaçlamadığımız makro-sosyal olgulara neden olabilir. Mesela biz kahvaltı ve yemek için domates almaya karar verirken domatesin piyasa fiyatının belirlenmesini de etkileriz. Aşırı çok domates tüketmiyorsanız ve bizim Merkez Bankası gibi piyasada oluşacak fiyatı etkilemeye çalışmıyorsanız, domates alırken, piyasa düzeyinde fiyatı belirlemek gibi bir amacınız yoktur. Üreticiler ve tüketiciler kendi amaçları peşinden koşarken, piyasada fiyatların ve miktarın belirlenmesine neden olurlar. Böylece, diğer sektörlerde ve gelecekte alınacak pek çok iktisadi kararı da hiç amaçlamadıkları halde etkilemiş olurlar. Görünmez el tipi sonuçlar iyi de olabilir, kötü de ("görünmez elin tersine denk gelmek").
İkinci önemli amaçlanmayan sonuç tipi de politika yapıcıların bir şey yapayım derken başka bir şeye neden olmasıdır. Bunun görünmez elden farkı nedir? Görünmez eldeki bireyler ve firmalar kendi işleriyle meşguldür ve makrososyal sonuçlar ortaya çıkarmayı hedeflemez. Buna karşılık, politika yapıcılar genelde makrososyal sonuçlar ortaya çıkarmayı hedefler. Bu ikinci tipteki amaçlanmayan sonuçlara verilen örneklerden biri konuyu daha iyi anlamamızı sağlayabilir. 1989'da Meksika'nın başkenti Meksiko'da hava kirliliğini azaltmak için bir düzenleme yapılır ve şehirde yaşayanların trafiğe çıkışı arabalarının son plakalarına göre düzenlenir. Bir başka deyişle, sürücülerin araçlarını trafiğe çıkarabileceği günler ve saatler kısıtlanır. Ne var ki, hemen herkes kurallara uymasına rağmen, hava kirliliği beklendiği gibi azalmaz. Neden? Çünkü insanlar bu düzenlemeye göre davranışlarını değiştirmiştir. Ne yapmış olabilirler? Birincisi yasağın olmadığı saatlerde daha çok trafiğe çıkıp düzenlemenin hava kirliliğini azaltıcı etkisini telafi etmiş olabilirler. İkincisi, trafiğe illa ki çıkması zorunlu olanlar, ikinci (ve plakasının son numarası farklı) bir araç almış olabilirler ve yine düzenlemenin kirliliği azaltıcı etkisini telafi edebilirler. Üçüncüsü, bir öncekiyle ilişkili olarak, ikinci araçları daha az maliyetli olsun diye daha eski ve havayı daha çok kirleten araçlar almış olabilirler. Sonuç olarak, düzenlemeye konu olan sürücülerin davranışlarındaki değişim, düzenlemenin amacına ulaşmasını engelleyebilir. Lucas Davis'in 2008 yılında Journal of Political Economy'de yayınlanan makalesine bakarsak, Meksiko'da az önce olabilir dediğim hemen her şey olmuş ve düzenlemenin hava kirliliğine bir etkisi olmamış. Bu bültenin daha önceki bir sayısında salgın politikaları ile iktisadın ilişkisini tartışırken Peltzman etkisi diye bir şeyden bahsetmiştik ya, işte burada da öyle bir şey olmuş ve politika yapıcılar hava kirliliğini azaltayım derken, insanların daha fazla sayıda havayı daha çok kirleten araç satın almasına neden olmuşlar.
Sosyo-ekonomik düzenlemelerin amaçlanmayan sonuçlar ortaya çıkarmasının pek çok nedeni olabilir. Mesela, şunları sayabiliriz:
Politika yapıcıların beceriksizliği veya öngörüsüzlüğü.
Düzenlemenin yanlışlığı, yetersizliği veya muğlaklığı.
Düzenlemeye konu olan birey ve kurumların düzenleme sonucunda davranışlarını değiştirmesi.
Ekonomik ve sosyal koşulların öngörülemeyen veya öngörülemeyecek şekilde değişmesi.
Bu nedenler birbirinden bağımsız değil. Mesela düzenleme muğlaksa, bu aynı zamanda politika yapıcının da başarısızlığıdır. Ya da, düzenlemeye konu olan bireylerin davranışlarını değiştirmesi çok yaygın bir şey olduğundan, politika yapıcı bunu dikkate almadıysa bu beceriksizlik veya öngörüsüzlük olarak düşünülebilir.
Şimdi siz, tam kapanmayı düşünüp bu düzenlemenin amaçlanmayan sonuçlarını bu çerçevede değerlendirin. Ben üç örnek vereyim.
Annemin sağlık için yürüyüş yapması gerekiyor. Kapanma kararı nedeniyle tek başına yaptığı yürüyüşler yasaklandı. Annem gibi pek çok insan var. Bunlar riski olmayıp faydası olan yürüyüşlerini yapamayacaklar. Aynı şekilde kurallara uyan, cinlik düşünmeyen vatandaşlar bulaş riskinin düşük olduğu yürüyüş gibi aktiviteleri yapamayacaklar. Toplamsal olarak bu düzenleme, toplumun uzun dönemli fiziki ve ruhsal sağlığı için iyi değil. Alın size amaçlanmayan (ya da belki de umursanmayan) sonuç.
Çek düzenlemesi de amaçlanmayan sonuçlara güzel örnek. Çek düzenlemesini yapanlar muhtemelen piyasanın gündelik işleyişini pek bilmedikleri için ticaretin kitlenmesine neden olmuşlar.
Milletin tatil yerlerine akın etmesi? Düzenlemenin ilanının bile düzenlemeye tabi olanların davranışlarını değiştirebileceğine bir örnek. Amaçlanmayan sonuçlar? Otobüsler, uçaklar ve otellerdeki yoğunluk ve bu yoğunluğun getirdiği artan bulaş riski. Hatırlarsanız, düzenleme bulaş riskini azaltmaya çalışıyordu.
Diğer örnekleri siz yapın. Ben de bu arada ilk tip amaçlanmayan sonuçlar ile ikinci tip amaçlanmayan sonuçlar arasındaki ilişkiye değineceğim.
Pek çok kişi "görünmez el"i devlet müdahalesine karşı argümanlarla ilişkilendirse de yukarıda bahsettiğim görünmez el mekanizması devlet müdahalesi olsa da olmasa da işler. Devlet müdahalesi olmadığında bireyler kendi amaçları peşinden koşarken hiç düşünmedikleri, amaçlamadıkları veya öngöremedikleri makro-sosyal sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilirler. Devlet müdahalesi olduğu durumda da yine bireyler devletin müdahalesine kendi durumlarına göre tepki vererek, devlet müdahalesinin hiç amaçlamadığı sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilirler.
Üstelik, görünmez el mekanizması tek bir piyasada işlemez (misal, sadece domates piyasasında işlemez), piyasalar birbiriyle bağlantı içinde olduğu için (ve ekonomi karmaşık bir sistem olduğu için) bir piyasadaki eylemler, başka piyasalarda (bireylerin amaçlamadıkları) sonuçlara neden olabilir. İktisadi ve sosyal politikaların tasarımı bu sebeple zordur. Bir politikasının etkisini öngörebilmek için insanların birden fazla piyasada davranışlarını nasıl değiştireceğini öngörebilmek gerekir ki bu oldukça zordur. Neden? Çünkü devletler hemen her şeyi kayıt altına almaya çalışsalar da tek tek her bireyin her firmanın ihtiyaçlarını ve amaçlarını tam olarak bilemezler.
Bu iyi iktisatçıların çok iyi bildiği bir şeydir. Bu konuda daha önce yazmıştım ve Frédéric Bastiat’ın 1848’de yayınlanan Görünen ve Görünmeyen başlıklı yazısından bahsetmiştim. Politikacılar genellikle sadece ilk gördükleri (işlerine gelen) etki ile ilgilenir ve politikaların olası diğer etkilerini dikkate almaz. Mesela, faizi indirirsek ekonomiyi canlandırabiliriz diye düşünürler ama faiz indiriminin yol açacağı ikincil, üçüncül etkileri dikkate almazlar; ekonomideki karmaşık nedenselik ağını göz ardı ederler. Ya da kura müdahale edeyim derken rezervleri eritirler ve başka sorunlara yol açarlar... Yine politikacılar, Peltzman etkisiymiş, yapacakları düzenlemenin insanların davranışında yaratacağı davranış değişiklikleriymiş, bunları genellikle göz ardı ederler. Buna bir de marjinde düşünmeyi becerememeleri--yani fayda-maliyet, fayda-risk değerlendirmesi yapmadan topyekun kararlar almaları--eklenince, kamu politikası sık sık amaçlanmayan ve istenmeyen sonuçlara yol açar. Tüm bunlara, politikacıların aldıkları karaların alternatif maliyetini ve salgını önlemek ile ekonomiyi canlı tutmak arasındaki ödünleşmeleri dikkate almamalarını ekleyebiliriz.
Twitter'da gördüm, tam kapanma kararı nedeniyle akademisyenleri suçlayanlar var. Bu ilginç çünkü birincisi, bu kararları akademisyenler almıyor. İkincisi, sosyal bilimcilerin uzun süredir bildiği şeyler dikkate alınmış olsa tam kapanma bu şekilde gerçekleşmezdi. Mesela iktisatçılara sorsalar, yukarıda bahsettiğim amaçlanmayan sonuçlar dikkate alınır ve kapanma düzenlemesi fayda-risk değerlendirmesi temelinde yapılırdı.
Neyse, bu konuyu daha fazla uzatmayayım. Gelin, şu dillere destan sözde tam kapanma ile ilgili yazılanlara bir göz atalım:
DİSK araştırma merkezi tam kapanma kararının gerçekten bir tam kapanmaya karşılık gelip gelmediği ile ilgili bir çalışma yapmış. Çalışma tahminlere dayanıyor ve çalışanların önemli bir kısmının kapanmadan muaf sektörlerde çalıştığını söylüyor. Bu açıdan bakılınca, 29 Nisan'da başlayan kapanmaya, tam kapanma demek pek mümkün görünmüyor.
Ceyhun Elgin ve Cem Oyvat, Ceyhun hocanın Youtube kanalında sözde tam kapanma önlemini konuşmuşlar. Konuyla ilgili araştırmalara değinerek Türkiye'nin tam kapanmaya gitmek konusundaki tereddütlerinin iktisadi maliyetine de dikkat çekmişler ve kapanmanın ne kadar gerekli olduğunu tartışmışlar. Tabii bununla yetinmemişler, yapılan çalışmalara da eleştirilerini dillendirmişler 🙂 İzlemek isteyebilirsiniz.
Disk'in Ocak ayında yayınladığı bir başka çalışmaya göre Türkiye'nin salgınla ilgili olarak nakit harcama ve desteklere ayırdığı paranın GSYH'nin sadece yüzde 1,1'ine tekabül ediyormuş. Çalışmada, gelişmiş ülkelerde bu desteğin yüzde 12,7 olduğu belirtiliyor.
IMF'nin yayınladığı son veriler, Disk'inkinden biraz farklı. Benim anlayabildiğim kadarıyla, Covid-19 salgında ek harcamalar ve vergi indirimleri gibi yapılan desteğin GSYH'ye oranı Türkiye'de yüzde 1,9. IMF sitesindeki veriden birkaç ülke seçip hızlı bir şekilde bir grafik yaptım. Aşağıda bulabilirsiniz.
Bu işler benim uzmanlık alanıma girmiyor ama Finlandiya'daki deneyimimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim. Grafikte de gördüğünüz gibi Finlandiya'daki destek de oldukça küçük görünüyor (%2,5). Ancak, Finlandiya'daki sosyal politikalar zaten salgın öncesinde de çalışanlara, geçici süre çalışamayanlara, işini kaybedenlere vb. önemli ölçüde destek oluyordu. Yani, zaten bir koruma ağı vardı. Dolayısıyla, Finlandiya'yı Türkiye ile karşılaştırmak doğru olmaz. Türkiye'yi değerlendirirken Türkiye'de böyle bir sosyal koruma ağının salgın öncesinde de mevcut olmadığını göz önüne almak lazım.
Bu konu ilginizi çekiyorsa, IMF Fiscal Monitor (Nisan 2021) başlıklı rapora bakabilirsiniz. Ben bu rapordan bir grafik paylaşmakla yetineyim:
Grafikteki kırmızı çubuk, bir önceki grafikte de yer alan "ek harcama ve vazgeçilen gelirleri" gösteriyor (Türkiye için GSYH'nin yüzde 1,9'u). Mavi çubuk ise "krediler, öz sermaye takviyesi ve garantiler"i gösteriyor (Türkiye için GSYH'nin yüzde 9,4'ü). Anadolu ajansı, 1 Mayıs'ta yaptığı bir habere "Türkiye likit destekte devleri geride bıraktı" diye bir başlık atmış ancak AA'nın tablosunda nedense Türkiye'den daha fazla destek sağlayan ülkeler yok. Mesela, Hindistan var, Arjantin var ama Almanya, ABD, Japonya ve İtalya gibi ülkeler yok. AA'nın seçtiği G20'nin yükselen ekonomileri arasında lider olan Türkiye, maalesef salgında sağladığı destekte diğer pek çok ülkelerin gerisinde--özellikle de dar gelirli vatandaşlara yapılan destekler söz konusu olduğunda. (Not etmek gerekir ki AA, kredi garantisini "likitide desteği" olarak aktarmış ki bu yanlış.)
BBC Türkçe'nin haberi konuyu özetliyor: "Tam kapanma: Covid salgınında ülkeler vatandaşlarına nasıl ve ne kadar ekonomik yardımda bulunuyor?"
Uğur Gürses, tam kapanma ile ilgili Nevşin Mengü'nün sorularını cevaplamış. Uğur beyin desteksiz tam kapanma ile ilgili yorumlarını izlemek isteyebilirsiniz.
Uğur Gürses, konuşmasında Osman Gazi köprüsünden de bahsetmiş. Bu konuda, Serdar Sayan hocamızın Twitter'da tam kapanma ile ilgili yaptığı paylaşımı görmediyseniz, aşağıda paylaşıyorum:
Bu konuda Serdar hocanın İktisat ve Toplum dergisinde yazdığı yazıyı da okumak isterseniz, yazıyı Tepav web sitesinde bulabilirsiniz: "'Kapan Sektör Kapan!' Kebapçı Ali Baba ve 40 KÖİ müteahhidi: Bir salgın Masalı" (PDF)
Haftanın bağlantıları
Dani Rodrik ile söyleşi
Development and Change dergisinde, Fikret Adaman'ın Dani Rodrik ile yaptığı söyleşiyi bulabilirsiniz. Güzel bir söyleşi olmuş. Özellikle kurumsal iktisat ve iktisat metodolojisi ile ilgilenenlerin okumasını tavsiye ederim. "How to Create More Inclusive Economies: An Interview with Dani Rodrik" (PDF)
Dani hocayla yapılan daha önceki bir söyleşiyi de bu son söyleşi sayesinde öğrendim. Belki siz de bakmak istersiniz: "The Trilemma: Dani Rodrik’s views on trade, development, and democracy enter the mainstream."
2008 krizi ve makroiktisat
J. Bradford DeLong, 2008 iktisadi krizi ile ilgili (2011 yılına ait) ders notlarını paylaşmış. Eğer makroiktisat ile ilgileniyorsanız, ilginizi çekebilir. Ben henüz okumadım, gerektiğinde bakmak üzere bir kenara not ettim: "Seven Sects of Macroeconomic Error:Wrong Models of the Great Recession"
Merkez Bankası
Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu TCMB'nin enflasyon raporuyla ilgili bir sunum yaptı. Soru cevap bölümünün de yer aldığı sunum videosuna Twitter üzerinden ulaşabilirsiniz. Kavcıoğlu'nun sunumu ve özellikle de soru cevap bölümü tartışmalara yol açtı. Kavcıoğlu'nun cevapları kağıttan okuması ile ilgili çeşitli eleştiriler yapıldı. TCMB ekibi olası sorulara göre cevap metinleri hazırlamış olabilir ve Kavcıoğlu da bu metinleri kullanmış olabilir. Bunlar mümkün. Ancak yine de eleştirleri, MB başkanına olan güvenle ilgili bir gösterge olarak görebiliriz sanırım. Soru soracaklar önceden seçildi mi bilmiyorum ama söz verilirken Zoom gelenek ve göreneklerine uygun hareket edilmedi. Söz, söz isteme sırasına göre verilmedi. Mesela, ilk söz isteyenlerden biri olan Uğur Gürses'e söz verilmedi ama söz isteme sırasında arkalarda yer alan bazı katılımcılara söz verildi. Siz de benim gibi Uğur Gürses'in ne soracağını merak ettiyseniz, Uğur Bey'in son yazısına bakabilirsiniz: "Kavcıoğlu’nun çekindiği sorular"
Merkez Bankası ve döviz rezervi konusundaki başka bir önemli yazı da Fatih Özatay hocamızın yazdığı "Döviz rezervi: Temeller, cin fikirler ve polisiye durumlar" başlıklı yazı. Okumanızı tavsiye ederim. Fatih hocanın yazısından iki alıntı paylaşayım:
"Sürdürülemez bir ekonomi programı uygulayıp, sonuçlarından doğal olarak hoşlanmayıp, o sonuçlara yol açan programı değiştirmek yerine, sonuçlarla ‘kavga edip’ sürdürülemezliği daha da artırmak. En güncel örneği TCMB’nin eriyen döviz rezervleri. Neden eridi? Sürdürülemez bir durumu sürdürmeye çalışmak için."
"Cin fikirler elbette çıkacaktır. Cin fikirli finansman mühendisleri boldur çünkü. Bu cin fikirlere kapılmamak gerekir. Kapılırsanız, önce, “aman ne güzel de döviz kurunu kontrol ediyoruz, üstelik döviz sattığımız da anlaşılmıyor ve piyasalar tedirginleşmiyor” büyüsüne kapılabilirsiniz. Çok geçmeden bir de bakarsınız ki elinizdeki dövizi bankalara satıp sonra rezervinizi artırmak ve tekrar satmak için onlardan borç almak durumunda kalmışsınız. O zaman net rezerv düzeyiniz (döviz varlığınız ile döviz borcunuz arasındaki fark) eksiye düşer"
Kripto paralar
Barış Esen'in yaptığı programda Ege Cansen ve Asaf Savaş Akat, kripto paralar konusunu konuşmuş. Asaf Savaş, blokzincir teknolojisini ve bitcoin'in temel mantığını basit bir dille anlatmış. Hem Ege Cansen hem de Asaf Savaş Akat, bitcoinin bir saadet zinciri olmadığını söylemiş. Ege Cansen, geçen haftaki bültende bahsettiğim gibi herhangi bir şey para olabilir demiş. Kripto paralarla ilgili keyifli bir tarışma izlemek isterseniz, buyrun: "Kripto paraların şifresi - Ekonomik Görünüm | 29.04.2021"
Geçen hafta, (yeni adıyla) kripto varlık hizmet sağlayıcılarının düzenlemeye tabi olması gerektiğini söylemiştim. Bahçeşehir Üniversitesi'nden Bora Erdamar kripto varlık piyasalarıyla ilgili soruları cevaplamış. İzlemek isteyebilirsiniz.
Aşı ve etik
Kausik Basu, Project Syndicate'teki yazısında, aşı piyasası ile ahlak ilişkisini ele almış. Türkiye'nin de aşıya erişim sorunu olduğu ortaya çıktığına göre, belki konuya daha genii bir perspektiften bakmak için okumak istersiniz: "Morals and the Vaccine Market"
Bu aşı dağıtımı ve etik konusunda başka neler yazılmış, tartışılmış diye baktım. Aramaya üşeniyorsanız, bulduğum birkaç şeyi paylaşayım:
COVID-19 and the Ethics of Vaccine Distribution Webinar (video)
The Ethics of COVID-19 Vaccine Distribution (Bu 'podcast'te ilginç bir tartışma var: aşının kişilere dağıtımında piyasa mekanizmasına başvurmak etik midir?)
Global Allocation of the COVID-19 Vaccine and Its Ethical Implications (Gelişmiş ülkerlerin ve aşı üreten firmaların ahlaki sorumluluklarını tartışıyor.)
Vaccine ethics: an ethical framework for global distribution of COVID-19 vaccines (Bu makalede aşı değıtımı ile ilişkili ahlaki değerler tartışılıyor: en çok ihtiyaç ihtiyacı olana yardım etmek, sağlık konusundaki eğitsizlikleri gidermek, en çok sayıda hayatı kurtarmak, sosyal fayda.)
The ethics of ‘vaccine passports’ and a moral case for global vaccine equity (Aşı pasaportunun ne kadar etik olduğunu tartışıyor ve salgınla mücadelede uluslararası işbirliğinin önemini vurguluyor.)
How to Distribute a COVID-19 Vaccine Ethically: The unequal wealth of nations should not determine allocation (Aşı dağıtımı ilkeleriyle ilgili önerileri tartışıyor.)
Bu arada, Ipsos'un 28 ülkede toplam 21 bin kişi ile yaptığı ankette, aşı pasaportuna büyük destek çıkmış. Şaşırmadım dersem yalan olur.
1 Mayıs ve Covid-19 salgını
World Economic Forum web sitesinde yayınlanan bu yazı, Covid-19 bağlamında 1 Mayıs'ın neden önemli olduğunu tartışıyor: "4 reasons why Labour Day matters". İlk neden, salgın sonrasında robot ve otomasyon kullanımının artacak olması. İkinci neden, salgının iktisadi anlamda herkesi eşit şekilde etkilememiş olması (mesela kadınlar daha çok etkileniyor). Üçüncü neden, salgın sonrası iktisadi toparlanma sırasında da eşitsizliklerin artacak olması. Dördüncü neden olarak da iklim değişikliğinin etkileri. Toplamda tatmin edici bir yazı değil ama bu konular ilginizi çekiyorsa, yazıdaki ilgili bağlantıları izleyerek daha çok bilgiye ulaşabilirsiniz.
Avrupa İklim Kanunu ve Türkiye
Emin Köksal, Rekabet ve Regülasyon günlüğünde "AB’de İklim Kanunu Yasalaşma Sürecindeyken Türkiye ne yapıyor?" başlıklı bir yazı yayınlamış. İlginizi çekebilir.
Aynı konuda şu yazıya da bakabilirsiniz: "Yeşil Mutabakat dünya ticaretini şekillendirirken Türkiye ne yapacak?"
Bu bağlamda TEPAV'ın Paris İklim Anlaşması ile ilgili politika notuna (Mart 2021) ve Güven Sak hocanın yazdığı yazılara da bir bakmak isteyebilirsiniz: "Yeşil dönüşüm, bankalarımızın işini zorlaştıracak" & "Yeşil Mutabakat belediye demektir"
Bitirirken...
Bu haftalık bu kadar. Okuduğunuz için teşekkürler.
Bültene abone olanlara ve Twitter'dan takip edenlere çok teşekkür ederim. Bülteni beğeniyorsanız, Twitter'da aktif olmayan kişilere de ulaşmama yardım ederseniz çok sevinirim. Mesela, Facebook'ta ve diğer mecralarda paylaşabilirsiniz ve ilgili olabilecek kişilere e-posta ile gönderebilirsiniz. Yardımınız için teşekkürler.
Güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle,
Sevgiler,
N. Emrah Aydınonat