Düşük faiz politikasına rağmen bankaların mevduata yüksek faiz vermesi ile evlere bağışıklık serumu servisi yapılması arasında nasıl bir ilişki olabilir?
İsterseniz önce ilgili haberlere hızlıca bir bakalım.
Düşük faiz, yüksek faiz
Dünya gazetesinden Şebnem Turhan'ın artan mevduat faizlerini haberleştirmiş.
"Merkez Bankası’nın TL mevduat oranına göre bankalara ek menkul kıymet alımı zorunluluğu getirmesinin ardından bankacılık sektörü yaratacağı risklere dikkat çekmiş ve bilançoların zorlanacağı uyarısı yapmıştı. Düşük faizle ek menkul kıymet alımı yaparak uzun süre bilançoda risk taşımaktansa TL mevduat oranını artırarak mevduat çekmeyi hedefleyen bankacılık sektöründe yüzde 25-31 arasında TL mevduat faizlerine rastlanıyor."
Evlere serum servisi!
Hürriyet'ten Sedef Batı'nın haberine göre evlere serum servisi başlamış. Haberin giriş kısmı şöyle:
"'Haftada bir isteyen bile oluyor...' Bu sözler eve serum servisi yapan bir sağlıkçıya ait. Uygulama her geçen gün daha da yaygınlaşıyor. Bağışıklık serumları, vitaminler, ozon iğneleri... Bu çok tartışmalı uygulamayı yapanlarla, yaptıranlarla ve konunun uzmanlarıyla konuştuk..."
Habere göre, Türkiye'de satışı olmayan bağışıklık serumlarının karaborsası oluşmuş. Bazı sağlıkçılar ek gelir için evlere gidip serum takmaya başlamış.
Bu iki haber arasındaki ilişki nedir? İsterseniz önce tahmininizi yapın, sonra okumaya devam edin.
Serum piyasası
Eğer haber doğruysa -- ki öyle gibi görünüyor -- sağlık hizmeti piyasası Adam Smith'in görünmez elinin tersine gelmiş gibi. Bir tarafta, muhtemelen kulaktan dolma bilgilerle hareket eden (bu sebeple olası sağlık risklerini göz ardı eden) ve görece zengin bir güruhun arttırdığı talep var. Öte tarafta ise talep edilen şeyin karşılığı yok. Ya da daha doğrusu yokmuş: talep edilen serum Türkiye'de satılmıyormuş, piyasada böyle (evlere gidip serum takmak gibi) bir sağlık hizmeti yokmuş ama görünen o ki artık var.
Bu kulaktan dolma bilgilerle hareket eden bu güruhun serum talebi artınca ne oluyor? Piyasada fırsatlar oluşuyor. Fırsatlar, fırsatçıları harekete geçiriyor ve talep edilen ürünler karaborsada satılmaya başlıyor. Görünen o ki düşük ücretlerle ve çok zor koşullarda çalışan sağlıkçılardan bazıları da geçim derdi nedeniyle ek gelir elde edebilmek için ek iş olarak evlere gidip serum takmaya başlıyor...
Yani özetle, herkes kendi çıkarı peşinden koşarken, piyasada kötü bir denge oluşuyor. Ne diyor iktisatçılar? Müşevvikler önemlidir!
"Görünmez el" denince hep iyi sonuçlar akla gelir ama görünen o ki, mevcut durum veriyken herkes kendi çıkarı peşinden koşunca her zaman iyi sonuçlar ortaya çıkmıyor.
Politika tercihleri
Görünmez elin tersine gelmişiz. Ortada bir sorun olduğu açık. Peki bu sorun nasıl çözülür? Piyasayı daha serbest mi bırakmalı, yoksa daha fazla kontrol mü getirmeli?
Bir yöntem, karaborsada satılan ürünün eczanelerde satılmasına izin verip, olur olmaz serum taktıranları kaderleriyle başbaşa bırakmak olabilir. Misal, kamu otoritesi, "Kaç yaşına gelmiş, belli ki varlıklı ve başarılı insanlar! Onları kendilerinden korumak bana düşmez!" diyebilir. İtaraz edene de şöyle diyebilir: "Bunu kontrol edeceksem, her risk alan vatandaşı kontrol etmem lazım. Vatandaş her gün irili ufaklı riskler alıyor. Dağcılık yapan var, dalış sporuna meraklı olan var, kayak yapan var, ev yemeklerini hijyen koşullarına dikkat etmeden yapan var... Var oğlu var. Ben bunların hepsine nasıl yetişeyim?"
Tabii, illa vatandaşın her adımını kontrol etmek gerekmez. Kamu otoritesi, vatandaşının bu kadar sağlık riski almasını istemiyorsa, belki bu işin düzgün ve güvenli koşullarda yapılması ve riskin minimize edilebilmesi için bir takım düzenlemeler yapabilir. Mesela, özel hastelerin bu hizmeti sağlamasına izin verip, hizmeti alanlara tüm risklerin vb. açıklandığından emin olabilir.
Alternatif olarak ve her şeye rağmen, kamu otoritesi, "bu yetmez, ben vatandaşımı kendisinden korumak istiyorum" diyorsa, o zaman bu işi yasaklayabilir, ceza kesebilir ve polisiye önlemler uygulayabilir. İtiraz edeni yaka paça karakola götürebilir. Kararlılıkla bu işle mücadele edebilir. Falan.
Serbest piyasa mı? Kontrol mü?
Kamu otoritesi için iki politika seçeneğinden bahsettim:
Karaborsa sorununu çözmek için piyasayı daha serbest hale getirmek ve piyasanın daha iyi işlemesi için daha fazla enformasyon sağlamak (vatandaşı riskler konusunda bilgilendirmek).
Piyasaya daha da çok müdahale etmek, gerekirse vatandaşın başında durup hangi serumu taktırıp hangi serumu taktıramayacağına karar vermek.
Düşünürseniz bu iki seçeneğin arasında, yani tam serbest piyasayla tek bir merkezden kontrol edilen piyasa arasında binlerce seçenek var. Bu seçeneklerden en iyisinin hangisi olduğunu bulmak için sorunun detaylarını çok iyi araştırmak ve alternatif politikaların fırsat maliyetlerini karşılaştırmak gerekiyor. Yani, bu politika yapma işi o kadar kolay bir iş değil.
Ama benim gördüğüm, Türkiye'de kamu otoritesi böyle durumlarda genellikle hemen piyasayı kontrol etme seçeneğini tercih ediyor. Bunun sorunları hızlıca çözeceğini düşünüyor. Hemen yeni yönetmelikler çıkarıyor, yasaları değiştiriyor, kurumlara ve firmalara uyarı gönderiyor, cezalar kesiyor... Şöyle bir yakın geçmişe bakın pek çok örneğini göreceksiniz. Fiyat kontrolü için marketlere zabıta gönderilmesinden ikinci el araba satışına kilometre sınırı getirilmesine kadar geçen iki yılda gözlemlediğimiz politikalar, işte bu piyasayı kontrol etme tercihinin örnekleri.
Yüksek faiz, evlere serum
Şimdi, bankalarla ilgili habere gelelim. Normal şartlar altında faizler düşünce faizlerin düşmesi lazım ama her zaman öyle olmuyor. Neden? Merkez Bankası'nın açıkladığı faiz piyasadaki faiz ve fiyatların tek belirleyicisi değil. Bir Merkez Bankasının açıkladığı faiz, piyasa koşullarıyla hiç bir şekilde uyumlu değilse, faizi arz - talep ve diğer etkenler belirlemeye devam eder. Piyasa faizi Merkez Bankası faizinden farklılaştırır.
Düşük faiz politikasına rağmen bankaların yüksek faizli kredi vermesine veya düşük faizle kredi vermemesi, evlere serum örneğine şöyle benziyor.
Mevcut koşullarda, herkes kendi çıkarı peşinde koşarken ortaya "istenmeyen" bir sonuç çıkıyor.
Kamu otoritesinin seçenekleri -- tıpkı serum konusunda olduğu gibi -- daha fazla kontrol veya daha serbest piyasa. Çözüm için bu iki uç arasındaki bir noktayı seçmeli. Ne yöne hareket edeceğine karar vermeli.
Eğer daha fazla kontrol seçeneğini seçiyorsa, o zaman bankaların davranışlarını açıklanan faiz ile uyumlu hale getirebilmek için çeşitli şekillerde kontrol etmeye çalışacaktır. "Onu yapmayın! Şunu yapmayın! Bunu yapabilirsiniz!" falan diyebilir. Bankalara yazı gönderebilir. Belki, "düşük faizden kredi verin" diye emir verebilir. Vermezlerse, bankaların davranışlarını kontrol edecek daha fazla kural koyabilir, yaptırımlar uygulayabilir. Bunların hepsini yapabilir.
Türkiye'de tercihin bu olduğu görülüyor ve makroihtiyati tedbirler adı altında uygulanıyor.
Peki ya farklar?
Peki iki örnek arasındaki fark ne? "İstenmeyen" sonuçlar birbirinden oldukça farklı. Serum örneğinde, bireylerin (yani vatandaşın) sağlığını etkileyecek bir piyasa dengesinin ortaya çıkmasından bahsediyorduk. Banka örneğinde ise kamu otoritesinin istemediği bir sonuç ortaya çıkmasından bahsediyoruz. Bireyler ve bankalar kendi çıkarları peşinden koşarken, piyasa faiz oranı politika faiz oranından farklılaşıyor ama kamu otoritesi bunun olmasını istemiyor!
Serum ve banka örnekleri arasındaki benzerlikler bu piyasalarda ne olduğunu anlamamıza yardım ediyor. İki örnek arasındaki farklılık ise politika tercihleri hakkında düşünmemize yardım edebilir. Sağlık sektöründe daha fazla kontrolü gerekçelendirmek için yeterli neden bulmak daha kolay. İnsanların sağlıkları söz konusu diyerek, daha kontrolcü ve düzenleyici bir kamu otoritesini tercih edebiliriz.
Soru şu: faizi istediği seviyede tutmak isteyen kamu otoritesinin yaptığı müdahaleleri de aynı şekilde gerekçelendirebilir miyiz? "Bu vatandaş için iyidir" diyebilir miyiz?